Savaşlar biter, ama kıyıcılıkları bitmez, sürer. 2. Dünya Savaşı için geliştirilen motorlu araçlar her tür arazide kullanılacak biçimde geliştirilmişti. Savaş bittikten sonra bu araçların teknolojisi traktörlere uygulandı. Traktörler düz olmayan arazileri de işleyebilir duruma geldi. Böylece tarımda kullanımı yaygınlaştı. Ancak traktör ile derin sürülen toprakların verimli üst kısmının bir bölümü bu yeni teknolojinin kullanılmasıyla alta gitti. Ayrıca traktör tonajlı olduğu için toprağı sıkıştırdı, toprakta yaşayan canlıları telef etti. Bütün bu nedenlerle toprağın yapısı traktör kullanımıyla birlikte daha da bozuldu.
Şirket tohumları
Daha sonra bol su ve yoğun gübre verme koşuluyla yüksek verim vereceği ileri sürülen şirket tohumları tarımda kullanılmaya başlandı. Çiftçi tohumlarının -yadigâr yerel tohumların- kullanımı rafa kaldırıldı. Şirket tohumu yüksek verim versin diye saçılan gübreler toprağı bozdu, yanı sıra topraktaki canlıları öldürdü. Suya karışarak suları kirletti. Ayrıca saçılan gübreler yabancı otu çoğalttı. Yabancı otu yok etmek için bu kez zehir kullanmak gerekti. Bu şekilde yetiştirilen bitkiler ve ürünler, hastalık ve böceklere yeterince karşı koyamadığı/direnemediği için zehir kullanıldı. Zehirler doğadaki yararlı böcekleri ve diğer canlıları öldürdü. Ayrıca tarımda kullanılan bu zehirler toprağı, suyu kullanılamaz kıldı. Bu tarz üretim doğanın dengesini bozdu. Biyoçeşitliliği azalttı. Kullanılan zehirler ürünlerde kalıntı bıraktığı için başta çiftçiler olmak üzere sağlık sorunları katlandı. Gübreler savaş esnasında bomba imalatında, zehirler ise insana karşı kullanıldı, sonra her ikisi de tarıma yönlendirildi. Savaşın tahribatı endüstriyel tarım aracılığıyla devam ediyor hâlâ. Evet. Yoğun mekanizasyon ve yüksek verim beklentisiyle kullanılan bu tohumların gerekli kıldığı kimyasal gübre ve zehir kullanımına dayalı olan endüstriyel tarıma “Yeşil Devrim” denildi. Dünyadaki tüm canlı ve cansız varlıklara karşı savaş açmış olan yeşil devrimin isim babası kim diye merak ediyorsanız söyleyeyim: ABD Uluslararası Kalkınma Örgütü’nden William Gaud. Söylediği yıl:1968. Gelelim yeşil devrimin sonucuna. Hintli iktisatçılara göre, “1965-1975 arasında kısa süreli verim artışı sağlandı. 10 yıllık toplam üretim hacminde önemli bir artış olmadı. Kırsal gelir dağılımı bozuldu” (Aktaran: Oya Köymen).
Türkiye tarımında da yeşil devrim uygulandı. Türkiye’deki verimlilik sonucu ise şöyle: Türkiye’de ilk zamanlarda ekilen topraklar 7-8 milyondu. Şimdi 24 milyon hektar. Yükseldi. Yani tarımsal ürün üretim miktarı sadece verimlilikten kaynaklı artmadı, yeni toprakların işlenerek üretime açılmasıyla arttı. Şu an toprak konusunda sınırdayız. Ekleyecek toprağımız artık yok. Uygulanan yeşil devrim- kimyasallı üretim modeli de verimliliği arttırmıyor. Patinaj yapıyor. Üstelik insan sağlığına ve doğaya verdiği zarar da cabası. Kısacası, Türkiye tarımı, yeşil devrim nedeniyle kriz içinde, debeleniyor.
Mucize tohumlar
Hindistan’daki Ford Vakfı grubu, şirket tohumuna ‘şeytan tohumlar’ diyemedikleri için onlara, “mucize tohumlar”, tarımda uyguladıkları sisteme zehirli tarım olduğunu gözden ve akıldan uzak tutmak için “yeşil devrim” diyerek kutsadılar. Shakespeare’in sözünü anımsarsınız: “Şeytan bir günah işleteceği zaman, işe bu günahı kutsallık zırhına sarmakla başlar!” İşte yeşil devrim denen şey, mucize tohumlar adıyla kutsallık zırhına sarılan “şeytan tohumlar”dır. Şeytan tohumları gezegenimizin baş belası 7 şirketin kontrolündedir.