Ezgi Koman
Kurulmasıyla ilgili karar daha öncelere dayansa da Yatılı Bölge İlköğretim Okulları yani YİBO’lar ilk 1939 yılında öğrenci almaya başladı. Okul bulunmayan yerlerde zorunlu eğitim çağındaki çocukların devam ettiği bu okulların tüm Türkiye’de yaygınlaştırılması planlansa da ağırlıklı olarak Kürt çocukların devam ettiği yerler oldu. Bakanlık verilerine göre bu okullara devam eden çocukların yarısından fazlası Kürt çocuklarıydı.
Yıllar sonra bu okullarda kalan çocukların ve öğretmenlerin anlattıklarıyla kanıtlandığı üzere; bu okulların amacı devletin milliyetçi ve militarist ideolojisi gereği “ideal Türk” yaratmaktı. Bu amaç neden bu okullarda daha fazla Kürt çocuklarının devam ettiğini de açıklıyordu.
İdeal Türk’ü yaratmanın yolu gerektiğinde şiddetin her biçimini uygulamaktan geçiyordu. Özellikle toplumdan izole ve denetlemeye kapalı yerler olarak kurgulandıkları için doğası gereği de şiddet üreten bu okullarda neler yaşandığı gerçeği, çocukların sıkışmışlığı ancak cinsel şiddet, çocuk ve öğretmen intiharları, dayanmayarak okuldan kaçarken donarak yaşamını kaybeden çocuklar, yemek zehirlenmeleri, salgın hastalıklar gibi üstü kapatılamayan haberlerle gündem oluyordu ve tabii ki (!) her biri cezasız kalıyordu. Çünkü dedim ya bu okullar devletin milliyetçi ve militarist ideolojisinin gereğini yerine getiriyor, ideal Türk’ü yaratıyordu.
Aslında 2003 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı müşavirler görevlendirmiş ve YİBO’larla ilgili raporlar hazırlanmasını istemişti. Bu müşavirlerden Kadir Kellecioğlu Bingöl YİBO ile ilgili raporunda tüm bu konuları gündeme getirmiş ve acil önlemler alınması gerektiğini savunmuştu. Kellecioğlu konuyla ilgili basına bilgi verince bu bilgilendirmeden kısa bir süre sonra görevden alınmış ve hakkında soruşturma açılmıştı.
Bu raporun ardından yaklaşık on yıl sonra YİBO’ların kapatılması nihayet gündeme geldi. O tarihte 4+4+4 eğitim sistemine geçildiği için değişen ismiyle YİBO’ların yani milliyetçi ve militarist ideolojinin her türlü şiddeti üreten bu okulların kapatılması oldukça olumlu karşılandı.
Ancak hükümet için bu okulları kapatmanın gerekçesi çocuklara karşı şiddet ve ihlal üretmesi değildi. Bu okulların kapatılma sebebi o dönem dile getirildiği şekli ile “güvenlik birimlerinin özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki yatılı okullarda örgütlenme ve propagandaya dikkat çekmesi” idi.
Gerekçesi ne olursa olsun nihayet bu okullar kapatıldı. Şiddet ve ihlal üreten bu okullar kapatılınca “taşımalı sistem” hayata geçti. Bu kez çocuklar bulundukları yerde okul yoksa en yakın bir başka yerleşim yerindeki okula gidip gelecekti. Fakat en yakın yer her zaman yakın olmuyordu. Bazı okullar için kilometreler yol almak gerekiyordu. Dolayısıyla YİBO’lara alternatif olan bu sistem çocuklar için başka ihlallere yol açıyordu: Yollarda gerçekleşen kazalar, ebeveynlerin çocukları okula yollamaktan vazgeçmeleri gibi… Bu süreçte özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bırakabildikleri cemaat ve tarikat yurtları/evleri devreye girdi. Pek çok çocuk ortaöğretimde ve sonrasında üniversitede, cemaatlere ve tarikatlara bağlı yurtlarda/ evlerde kalmaya başladı. Ve yıllarca YİBO’lardan gelen çocukların maruz kaldığı şiddet ve ihlal haberleri bu kez bu yurtlardan, evlerden gelmeye başladı. Üstelik çocukların maruz kaldığı şiddet ve ihlaller tıpkı YİBO’larda olduğu gibi cezasız kalıyordu.
Yani çocukların maruz kaldığı şiddet değişmemişti. Değişen tek şey çocuklar bu yerlerde “ideal Türk” olarak değil “dindar Müslüman” olarak yetiştiriliyordu.
Ve aslında bunun ipucu ve dayanağı YİBO’ların kapatılmasından bir yıl önce dönemin başbakanının bir gençlik kongresinde yaptığı konuşmada verilmişti. Başbakan çok net bir şekilde “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” demişti.
Yani dönemi ve ideolojisi ne olursa olsun çocuklar her zaman devlete ait, onun ideolojisinin ve devamlılığının “nesnesi” olarak görülüyordu.
Enes Kara’nın intiharı ve ne yazık ki giderken hepimize bıraktığı cümleleri bir kere daha devletin yanı sıra ailenin çocukları nasıl da kendisine ait gördüğünü, bu yüzden üzerlerinde şiddet dahi uygulayabilecek derecede hakkı olduğunu düşündüğünü ve tüm bunların yıkıcı sonuçlarını gösterdi.
Tek bir çocuğun bile bu yıkıcı sonucun benzerini yaşamamasının yolu çocukların hak sahibi ve özgürlük sahibi bağımsız bireyler olduğunun benimsenmesinden geçiyor. Tekrar edelim: Çocuklar ne devlete ne de aileye aittir. Ne YİBO’lar aracığıyla ideal Türk ne de cemaat ve tarikat yurtları ile dindar nesil yaratmanın aracıdır. Devletin de ailenin de çocuklar üzerinde hakkı değil sorumlulukları/ yükümlülükleri vardır. Bu da her bir çocuğun onurlu, mutlu, barış içerisinde yaşamasının olanaklarını sağlamaktır. Çekin elinizi çocuklardan!