Yusuf Gürsucu
Yine gündemi AKP’li Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan belirledi ve herkesi bu gündemin peşine sürükledi. Erdoğan bu kez, “Düşünün; Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Cami’nin içinde bu eşkıyalar, bu teröristler, evet bira şişeleri ile bira kutularıyla adeta caminin içini pislemişti. Bunlar böyle. Bunlar çürük, Bunlar sürtük” ifadeleriyle hem doğru olmayan hem de hakaret içeren yeni sözler etti. Elektriğe yüzde 15 doğalgaza yüzde 30 zam yapıldığı, savaş hazırlıklarının sürdüğü, halkın ise hızla açlığa ve yoksulluğa savrulduğu gün, gündem ‘sürtük’ hakaretine kilitlendi.
Benzer hakaret içeren sözleri Erdoğan her zaman ediyor ama o her zamanda arka planda gündeme gelebilecek ya da gündemde olup iktidarın rahatsızlık duyduğu gelişmeleri örtmek amacıyla, hakaret içerikli sözcükler edip muhalafete ve halka oyalanacakları ve gerçek gündemden uzaklaşacakları oyuncakları ortaya bırakıyor.
Erdoğan’ın yukarıdaki sözleri söylediği konuşmasında bir başka dikkat çekici ifadeleri ise her nedense tartışılmadı. Erdoğan, “Güney sınırlarımız boyunca 30 kilometre derinliğinde güvenli bölge oluşturma kararımızın yeni bir safhasına geçiyoruz. Tel Rıfat ve Münbiç’i teröristlerden temizliyoruz. Ardından da aşama aşama diğer bölgelerde aynısını yapacağız. Türkiye’nin bu meşru güvenlik adımlarına bakalım kimler destek verecek, kimler köstek olmaya çalışacak göreceğiz” derken, açıkça belirttiği savaş vurgusu gündemde yer bulmadı.
Erdoğan cümlesinin sonunda ‘kimler köstek olacak’ sözleri, CHP’yi ve diğerlerini hizaya çekmek için kullanırken, yine hedefini 12’den vuruyordu. CHP; devletin, askerin ve polisin yurtdışı operasyonlarını desteklediklerini söylerken, savaş yanlısı ve Kürt düşmanı yüzünü de ortaya koymak zorunda kaldı.
AKP iktidarının popülaritesi gittikçe azalırken, bu boşluğu doldurmak adına CHP ve İyi Parti’nin başını çektiği sağ bir muhalefet yaratılmaya çalışılıyor. CHP, İYİ Parti, DEVA Partisi, Saadet Partisi, Demokrat Parti ve Gelecek Partisi ‘parlamenter sistem’ iddiasıyla toplantılarını aralıksız sürdürürken, yine alışıla gelmiş olan ‘ehvenişer tutum halka dayatılarak, ‘Erdoğan gitsin de ne olursa olsun’ modunda bir gelecek hayali halklara yedirilmek isteniyor.
Erdoğan’a özgü olan başkanlık hikayesinin hangi amaca hizmet ettiği belli. Başkanlıkla tek karar vericili bir yönetim biçiminin adına burjuva anlamda bile demokrasi denilemez. Ancak Türkiye’de emekçi halklar 2018 yılına kadar parlementer sistem sayesinde sanki çok güzel günler geçirmişçesine bugün yeniden kutsanarak gündeme getirilmesinin ardında emekçi halkların çıkarlarını içeren herhangi bir şeyin olmadığını biliyoruz.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çeperine topladığı 5-10 sermaye grubuna kamusal tüm getirileri bağlarken, muhalif sağın bundan rahatsızlık duymasının nedenleri de bu bağlamda başlıyor. Muhalif olarak AKP diktatörlüğüne karşı çıkan CHP ve sağ yapılar adalet çağrısında bulunurken, yapılan adalet çağrısı özünde mevcut iktidarın yağmasına yeterince ortak olamayanlara dönük olduğunu düşünmek için çok fazla nedenimiz var. Halkın adalet çığlığı ve talebi ise bu noktada kullanışlı bir araca dönüşüyor.
Erdoğan, ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken dünya emperyalist kapitalist sistemden payının büyütülmesini istiyor ve çeperindeki 5-10 sermaye yapısının dünya sömürü mekanizmasına locadan katılma hevesini ortaya koyarken, aradığı adalet sadece bundan ibaret. Peki 6’lı masanın AKP’den farklı bir hedefi ya da adalet anlayışı olabilir mi?
CHP sözcüsü Faik Öztrak’ın ve IMF memuru Kemal Derviş’in elele vererek, neoliberal uygulamaları İMF direktifleriyle Türkiye’ye yerleştirirlerken, AKP’nin bu ekonomik yapının üzerine oturarak başarılı olduğu yönündeki ifadeleri dikkatinizi çekmiştir. Kapitalizmin can çekiştiği ve sıcak paraya artık ulaşmanın mümkün olmadığı son yıllarda çıkmaza giren AKP iktidarı yerine, CHP iktidarda olsaydı halkların yoksulluğa hapsolmasında ve doğadaki yıkımlarda bir farklılık yaşanır mıydı?
Her ikisinin de ekonomi anlayışları aynı. Aralarında bugün ifade edilen fark ise yağmanın 5-10 şirketin elinden alınıp farklı ve belki de daha geniş şirket gruplarının eline teslim edilmesinden başkaca bir fark yaratmazlardı. Burada yine gündeme gelmeyecek olan tek şey işçilerin ve emekçilerin sistemden ‘alamayacakları’ pay olacaktı. Çünkü İMF direktiflerini hatırlıyorsanız, onların talepleri emekçilerin paylarının son noktaya kadar kısılması, doğal yaşamın sınırsızca sermaye hizmetine sunulmasıydı. Öztrak ile Derviş’in ‘çabalarıyla’ İMF direktifleri yasalara geçirilerek uygulamaya sokuldu.
İyi Parti denilen partinin G. Başkanı dahil tüm kadrosunun halkın yararına atabileceği adımın olup olamayacağını geçmişlerine bakarak karar vermelisiniz. Diğerlerinin adını bile anmaya gerek yok. Bugünkü yağma ve savaş politikaların mimarları olan eski AKP’li bakanların partilerinin halklara verebileceği hiçbir şey olamaz. Benzerler bir araya gelmiş ve halka umut olacaklarını belirtiyorlar. Bunlar acı gerçekler ve bu gerçekleri görmeyen, hatta kendini sol da tarif edenlerin bile bu sürüngenlerin peşine düşme ihtimali ise çok can sıkıcı. Elbette çaresiz değiliz. Bu iki sağ ittifak yerine 3. bir yol olarak kurulmuş olan Demokrasi İttifakı bugün için sarılacağımız tek halkadır. HDP, EMEP ve TİP’in de içinde yer aldığı 7 siyasi parti ve hareketin bir araya gelerek kurdukları Demokrasi İttifakına Sol Parti’nin ve TKP’nin sistemin belediği Kürt fobisiyle katılmıyor olmaları normal akılla izah edilebilecek bir şey değil.
Yukarıda dikkat çektiğimiz ‘Millet İttifakı’nı CHP üzerinden ‘ehvenişer’ bağlamında desteklemeleri halinde ise bu durum emekçi halka büyük zararlar vereceğini söylememiz gerekiyor. Oysa bu arkadaşların Demokrasi İttifakına katılmaları ve diğer 2 sağ ittifakı hep birlikte cepheden teşhir ederek yürütecekleri çalışmadan büyük bir güce ulaşmaları ve hatta iktidara sağlam bir alternatif olma olasılığının varlığı ıskalanamaz bir gerçek.
Diğer taraftan beklenti içine girilen genel seçimin savaş vb. nedenlerle iktidar tarafından yaptırılmaması halinde açık faşizm uygulamaları ile yüzyüze kalınacağı ve bu durumda Demokrasi İttifakının öneminin çok daha fazla artacağı muhakkak. Eğer derdimiz sistemden beslenip kıyısından köşesinden yer kapmak değilse, Demokrasi İttifakından kaçmak en hafif tabirle anlaşılır bir şey olmayacaktır.