PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesinin 24’üncü yılı yaklaşırken, Abdullah Öcalan kendisine dönük gerçekleştirilen uluslararası komployu daha önceki görüşmelerinde sık sık dğerlendirerek, ne anlama geldiğii ifade etti
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutulan ve 22 ayı aşkın bir süredir kendisinden haber alınamayan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük uluslararası komplonun üzerinden 24 yıl geçti. Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılmasıyla startı verilen ve 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle devam eden komploda, ABD’nin öncülüğünde 1949’da kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) içerisinde yer alan birçok devlet ile hegemonik güç yer aldı. Türkiye, o dönem Suriye’nin başkenti Şam’da bulunan Abdullah Öcalan’ın Kürt sorununun çözümüne dair adımlarına yanıt vermek yerine, Suriye hükümetine baskı uygulamaya başladı.
30 Eylül 1998’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında Suriye’ye yönelik askeri seçenekler masaya yatırıldı. Demirel, 1 Ekim’de Suriye’ye askeri müdahalede bulunma tehdidinde bulundu. Hemen sonrasında NATO ülkeleri, hiç planlamada olmamasına rağmen 3 Ekim 1998’de Türkiye-Suriye sınırına yakın İskenderun’da tatbikat başlattı. ABD’nin 2 bin 500 askeri İskenderun’a konuşlandırıldı. Bu gelişmeler, NATO’nun da içinde yer aldığı Suriye’ye karşı bir savaş hazırlığı olarak yorumlandı. Gelişmeleri fark eden Abdullah Öcalan, 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkmaya karar verdi.
Dağ ve Avrupa yolları
PKK Lideri, Suriye’den çıkışında önünde iki yol olduğuna işaret ederek, “Bunlardan birincisi dağ, ikincisi Avrupa yoluydu. Suriyeli yetkililerin sorunu, çok acil çıkış yapmamdı. Fakat Avrupa’ya çıkışımdan pek de rahat görünmüyorlardı. Bu konuda alternatif yaratmamaları kendilerinin ciddi kusurudur. Atina’ya çıkış aslında hesapta yoktu. Bir fırsattı ve oradaki dostların ciddiyetine inanarak, bu fırsatı değerlendirmekten kaçınmadım. Burada sorulması gereken soru şudur: Yunanistan’da da çok güçlü olduğu bilinen Gladio bölümü mü acaba bu çıkış senaryosunda rol oynadı? Buna kesin yanıt veremiyorum. Bu konunun araştırılması gerekiyor” diye belirtti.
ABD düzenledi
9 Ekim 1998’den 15 Şubat 1999’a uzanan komplo sürecini ABD dışında hiçbir gücün düzenleyemeceğini vurgulayan Öcalan, “Türk özel savaş güçlerinin bu süreçteki rolü sadece beni uçakla İmralı’ya, o da kontrollü olarak taşımaktı. Süreç kesinlikle NATO tarihinin en önemli operasyonunun gerçekleştirildiği bir süreçti. Büyük Rusya bile çok açık bir biçimde etkisizleştirilmişti. Yunanlıların tavrı zaten her şeyi açıklamaya yetiyordu. Roma’da kaldığım evin içinde ve dışında alınan güvenlik tedbirleri durumu oldukça açıklayıcıydı. Tutsaklığa özgü olağanüstü tedbirler almışlardı. Dışarıya adım bile attırmadılar. Özel güvenlik timleri odamın kapısına kadar her yeri 24 saat kontrol altında tutuyorlardı. D’Alema Hükümeti sol demokrat bir hükümetti. D’Alema tecrübesizdi, kendisi yalnız başına karar alamadı. Brüksel’in tavrı net değildi. Zaten İtalya Gladio’nun en güçlü olduğu ülkelerden biriydi. Berlusconi tüm gücünü harekete geçirmişti. Kendisi Gladio’nun adamıydı. Çılgınca küreselleştiği iddia edilen süreç, aslında Türkiye’nin küresel finans kapitalizmine peşkeş çekilmesi öyküsünden başka bir şey değildi” diye kaydetti.
BOP’un kilit adımı
PKK Lideri, uluslararası komplonun “Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesinin kilit adımı” olduğuna işaret ederek, “Ecevit’in ‚Öcalan’ın niçin teslim edildiğini bir türlü anlamadım? demesi boşuna değildi. Birinci Dünya Savaşı nasıl Avusturya Veliahdı’nın bir Sırp milliyetçisi tarafından vurulmasıyla başlatıldıysa, bir nevi ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ da bana yönelik operasyonla başlatılmıştı. Operasyondan sonraki süreci anlamak için operasyon öncesinde ve sırasında olup bitenleri iyice anlamak gerekir. ABD Başkanı Clinton Suriye’den çıkarılmam sorununu görüşmek için Başkan Hafız Esad’la biri Şam’da, diğeri İsviçre’de toplam dört saatten fazla süren iki toplantı yaptı.
Hafız Esad o görüşmelerde konumumun önemini fark etti. Sürece yaymayı kendisi açısından daha uygun gördü. Geçici bile olsa, Suriye’den çıkmam konusunda bir talepte bulunmadı. Beni Türkiye’ye karşı iyi bir dengeleyici unsur olarak sonuna kadar değerlendirmek istiyordu. Ben ise Suriye’yi stratejik tavır almaya zorladım. Ama gücüm veya durumum bunu başarmaya elvermiyordu. Kürdistan’daki gelişmelerin seyri ve Kürtlerin kontrolünün ellerinden çıkması onlar için kabul edilemez bir durumdu. Kürdistan’ı kontrolleri altında tutmak, özellikle Irak’la ilgili planları için hayati rol ifade ediyordu. Mutlaka ayrılmam ve bağımsız Kürt kimliği ile özgürlük çizgisine son vermem dayatılıyordu” değerlendirmesinde bulundu.
Kaynak: Özgür Paksoy / MA