Veli Saçılık
Sahne sanatları ya da daha primitif performanslar aracılığı ile insanları etkilemek insanlığın en eski gerçeklerinden birisi. Şaman ritüeller, Yunan tragedyası, hatta Collosium’daki ölümcül gösteriler… Sanat ya da sanatsal etkinlik, dolayısıyla çok katmanlı bir etkinlik, insana halini gösteren, insanı içinde bulunduğu gerçeklikle yüzleştiren, bazen de yabancılaştıran, kitleleri isyana ya da köleliğe davet eden, farklı farklı bağlamlar var.
Ukrayna-Rusya arasındaki savaşta iki tarafın da sık sık sahne sanatlarına (olumsuz bağlamda) başvurduklarını daha sık görüyoruz. Zelensky’nin yanına aldığı iki Azov (Neo-Nazi çeteciyle) Yunan Meclisi’nde (Antik Yunan’da meclisler aynı zamanda sanatsal etkinlik için de kullanılırdı) yaptığı konuşma, faşizmin ihtiyaç duyduğu popülizm ile kitleleri etkileme yetisine sahip yeteneksiz tiyatrocular arasındaki ilişkiyi hatırlattı. Malum, Hitler konservatuvarda tiyatro bölümüne, resim üzerinden girmeye çalıştığı sanat fakültesine de kabul edilmemişti. Mussolini de gazetecilik ve faşist liderlik ile şekillenen kariyerine başlamadan önce şansını tiyatroda denemiş ve başaramamıştı; ama bu konuda asıl pek bilinmeyen örnek ise, Roma İmparatorluğu döneminde, senatonun pandomim sanatını yasaklaması meselesidir. Zira senato popülist sanatın ve liderlerin pandomim aracılığı ile kitleleri manipüle etmesinden çekiniyordu ve bilhassa Nero’nun (İmparator), pandomim yapması ve kitlelerin karşısında pandomim aracılığı ile konuşması kesin olarak yasaklanmıştı.
Şimdi, bir de elimizde Zelensky var, devlet başkanlığına ilerlerken sahnede hep sinekkaydı tıraşlıydı, savaş başladıktan sonra, önce kirli sakal bırakıp yeşil atlet giyerek kendini mağdura dönüştürdü. Şimdi kirli sakalını Rus Çarları ya da doğulu despotlara özgü çizgilerle düzenleyerek, mağduriyetinden mağrur bir lider inşa etmeye çalışıyor. Putin’in yüz çizgileri en başından beri despotik formda olduğu için ona ayrıca değinmeye pek ihtiyaç yok.
Bir yanda Putin ve oligarkları Çarcılık, öte yanda Zelensky ve Ukrayna ordusuna bağlı paramiliter gruplar Nazicilik oynayadursunlar, sürmekte olan bir savaş var. Bu savaşın gerçeği olarak da, hamile kadınlar, çocuklar ve tabii ki askerler ölüyor. Öte yandan, Nato/AB’cilik vs. Avrasya denkleminde başka bir durum ortaya çıkıyor. Kimileri Putin’in, kimileri Zelensky ve Nato/AB’nin kazanması için ellerini ovuştururken, iki taraf da, mavi gözlü sarışın ölülerin ya da savaşçıların fotoğrafını dünyaya servis ederek, savundukları kampı medeniyetin son kalesi olarak da tanımlamaya çalışıyorlar. Bu esnada, dünya medeniyetinin dışında sayılan Efrin’de, Rojova’da, Suriye’de, Filistin’de, Yemen’de, Libya’da, Kürtlerin, Arapların yaşadığı coğrafyalarda karakaşlı, esmer tenli insanlar balya balya ölmeye devam ediyor. Tüm bu yaşanan katliamlar herhangi bir şekilde haber değeri bile taşımıyor. “Çocuk da olsa kadın da olsa” bazıları sivil olma hakkını asla elde edemiyor.
Neyin, nasıl, ne şekilde ve kimler aracılığı ile gösterildiği meselesi, faşizm/Nazizm tartışmaları için oldukça verimli bir toprak aslında. Çünkü Avrupa’da faşizm, güzel bedenler, medeni bedenler talep eden ve bunun için ırkı ıslah etmeye çalışan Nazilerin, kitleleri etkilemeyi bilen liderleri, hukuku askıya alıp kitlelerin arzularını serbest bırakan devlet aygıtı tarafından beslendi. Hepsinden önemlisi (Uzun Bıçaklar Gecesi ve Kristal Gece’de olduğu gibi) nereye bakması gerektiğini, ama daha da önemlisi nereye gözünü kapaması gerektiğini bilen kitleler aracılığıyla akşamdan sabaha değil, yaklaşık 10-15 yılda inşa edildi. Sonuç olarak, faşizm dünya halklarına otuz yıl boyunca kan kusturdu.
Zelensky’nin, (II. Dünya Savaşı’nda faşizm/Nazizm tarafından etmediği bırakılmamış) Yunan parlamentosuna, iki Nazi sempatizanıyla birlikte girmesi ya da Putin’in Çarlık Rusya’sı hayaliyle giriştiği topyekûn savaş politikası, Türkiye’de Saray Rejimi’nin besleme örgütü MHP’nin Kürtlere-devrimcilere karşı zamana yayılmış kristal gece saldırıları, kendi iç muhaliflerine karşı uzun bıçaklar operasyonu sürdürmesi, faşizme karşı mücadelenin 1945’te bitmediğini gösteriyor. Dahası, faşist-otokratik zihniyetin AB/NATO/Rusya üçgeninde gelişip, Türkiye sınırları içinde serpilmesine yeniden tanık oluyoruz.
Uzaklarda süren savaşlara karşı “objektif”, içerde süren savaş için üç maymun olmamak kaydıyla savaşları durdurmak için hala vakit var. Militarizm siyaseti esir aldığı ortamda erkek egemen faşist uygulamalar olağanlaşıyor. Son kullanma tarihi dolmuş otokratlar yeniden tedavüle konuluyor. Bu nedenle, barış ilkesini savunmak her zamankinden daha riskli ama daha da elzem hale geliyor.