4 Aralık’ta NATO’nun 70’inci yıldönümü İngiltere’nin başkenti Londra’da bir zirveyle kutlandı. NATO üzerinde tartışmalar ise yoğun biçimde hem NATO’nun kendi içinde hem de NATO dışında sürüyor
Zirveye damgasını vuran tartışma ise Kürt sorunu ve Kürt sorunu bağlamında birçok çevrenin dile getirdiği gibi Türkiye şantajı oldu.
NATO’nun Baltık devletleriyle birlikte Polonya için hazırladığı savunma planını Türkiye’nin bloke etme istemi Türkiye’nin tavrını zirve öncesinde kamuoyuna deklare ederek blokajı kaldırma şartı ise “YPG’nin terör listesine alınması” kabul edilmedi. Ama, aması şudur; Türkiye’nin Kürt halkına yaptıklarına da göz yumuldu
NATO 70 yıldır Türkiye’nin Kürt halkına yönelik her türlü olumsuz uygulamalarının arkasında duruyor, destek ve güç veriyor. Türkiye’nin Kürt halkına yönelik her türlü insanlık dışı muamelesine göz yumuyor. 1990’larda Türkiye 4 bin civarında Kürt köyünü yaktı; köylerdeki milyonlarca insanı zorla, baskıyla, işkenceyle ve silah zoruyla göçertti. NATO’nun Türkiye’ye yönelik bir uyarısı dahi olmadı.
Türkiye 1990’larda 17 bin insanı faili meçhul yollarla ortadan kaldırdı. Bunların yüzde 99’u Kürt’tü ve NATO bir özür dahi belirtmedi. Türk Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in Londra’ya gidişi var. Londra’dan dönerken “Bize yeşil ışık yakıldı” demişti. Dönüşünden sonra köy yakmalar ve faili meçhul öldürmeler bir konsept biçiminde uygulandı. Güreş’in onayını aldığı konsept en vahşi biçimde uygulamaya konuldu. Sloganları ise “Taş üstüne taş, can üstüne baş kalmayacak” idi.
NATO kurulduğundan beri; hangi NATO devleti kendi sınırları içerisinde 4 bin yerleşim alanını yaktı yıktı? Hangi üye kendi sınırları içerisinde binlerce insanı faili meçhul yöntemlerle ortadan kaldırdı? Hangi NATO üyesi ülke uyduruk gerekçelerle yüz binlerce insanı hapishanelere koyup insani ve siyasi yaşamlarını büyük bir zulme maruz bırakmıştır? Türkiye 20 milyon civarında bir halkın kendi çocuklarını anadillerinde eğitim görecekleri bir ilkokul hakkını bile vermemiştir.
AKP iktidarı Sur’da, Cizre’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Gever’de ve daha birçok kentte tankla topla binlerce evi yıktı. Bu şehirlerde yaşayan yüzbinlerce insan için yaşamı yaşanamaz hale getirdi. Yüzbinlerce insan zor ve baskı ile katledilmelerle göçertildi. Buralar büyük oranda insansızlaştırıldı, Kürtsüzleştirildi.
AKP iktidarı, Suriye koşullarından en güvenlikli, özgürlükçü ve barışçı şehri olan Efrîn’e yaptığı saldırısıyla Efrîn’i Kürtsüzleştirdi. Yüzbinlerce Kürt şehirden göçertildi ve bu insanların kendi memleketlerine geri dönüşleri dahi engelleniyor. Türkiye, 9 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yaptığı saldırıyla yüzbinlerce insanı yerinden etti, evleri ve barkları talan etti. Oranın insanları şimdi kış koşullarında evsiz ve barksız, naylon çadırlarda imkansızlıklar içerisinde ayakta kalma mücadelesini veriyor.
Tayyip Erdoğan zirvede boy gösterirken onun topçu birlikleri Til Rifat’ta katlettiği 8 Kürt çocuğun katliamı üzerinden zirveye adeta nanik yapıyordu.
NATO kurulduğundan beri Ortadoğu bölgesine yönelik stratejisinde, Kürt halkına karşı bölge-ulus devletlerini hep tahkim eden bir konseptle hareket etti. NATO’yu oluşturan ve NATO’da belirleyici konumda olan devletler hep bu çerçevede hareket ettiler. Irak’ın Baas Partisi’ni ve Saddam’ı güçlendirip, silahlandırıp Kürtlerin başına bela ettiler.
Türkiye 70 yıldır NATO üyesi. Türkiye 70 yıldır NATO’dan aldığı askeri yardımı, lojistik, eğitim, mali yardım ve istihbarat desteği ile Kürtleri sistemli bir biçimde ezme ve nefessiz bırakma temelinde kullandı. Türkiye örgütteki konumunu uluslararası kurumlarda ve uluslararası alanda Kürt halkının taleplerine ve varlığına karşı kullandı. Türkiye’nin Kürtlere karşı kötü muamelesi hiçbir zaman uluslararası kurumlarda ciddi düzeyde bir tutumla karşılanmadı. NATO’nun Ortadoğu’ya yönelik stratejisinde Kürt halkına karşı kolektif adaletsizlik icra etti. NATO, Kürt halkının adalet ve özgürlük mücadelesine karşı hiçbir zaman anlayışlı bir yaklaşım içinde olmadı; bölge ulus devletlerinin Kürt halkını yok etme politikalarını “güvenlik hakkı” anlayışla karşıladıklarını tekrarlayıp durdu. Kürt halkının en sıradan talebi bu politika adı altında boğdurulmaya çalışıldı.
NATO’nun 70. kuruluş yıldönümü vesilesiyle 3-4 Aralık’ta gerçekleştirdiği zirvenin sonuç deklarasyonunun birinci maddesinde şu belirtiliyor: “NATO, bölgemizin güvenliğini, bir milyar vatandaşımızı; özgürlüğümüzü, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi paylaştığımız değerleri garanti altına alıyor. Birlik ve ittifakımızın köşe taşlarını oluşturuyor.”
Yani Kürt halkı da artık insan haklarına ve hukukun üstünlüğü çerçevesine alınacak mıdır? Zirve deklarasyonunun mürekkebi daha kurumadan belediye eş başkanlarının, Kürt basın mensuplarının evleri basılıp gözaltına alındılar. Deklarasyonda vurgulanan değerlerin Kürtlere uygulanmayacağını NATO da biliyor. Türkiye’nin Kürtlere yönelik şantajı bitmeyecek, uluslararası alanda Kürtler üzerinden kirli pazarlıklar devam edecek.
Klasik durumdan ve tablodan değişen bir şeyler yok mu? Var. Kürtlerin büyük mücadelesi, Kürt halkı üzerinden kurulmuş olan haksız, adaletsiz ve soykırımı hedefleyen sistem uluslararası alanda daha fazla sorgulanır hale gelmiştir. Kürtlerin Ortadoğu’daki pozitif rolü dünya kamuoyu nazarında daha fazla anlaşılır olmuştur. Rojava bu noktada önemli bir etki bırakmıştır. AKP iktidarının Türkiye’nin güvenliği meselesini Kürtlerin varlığıyla ilişkilendirmesi ve bu varlığı ortadan kaldırmayı hedefleme niyeti uluslararası alanda tepkiye yol açması oluşan tepki çerçevesinde NATO’da kısmi bir tepkinlik yaratmış bulunuyor. Daha somut olarak şunlar belirtilebilir:
1. NATO’nun 70 yıldır Türkiye’nin Kürt halkına yönelik son derece yıkıcı politikalarının arkasında durması, gelinen noktada NATO’yu da zorlayan bir konuma ulaşmış bulunuyor. NATO ve arkasındaki devletler kendi kamuoylarına karşı Türkiye’nin Kürt halkına yaptıklarını artık açıktan savunmayacak duruma düşmüşlerdir.
2. AKP iktidarı Kürt sorunu üzerinden çözümsüzlük politikası temelinde bölge düzeyinde ve küresel çapta çelişki ve çatışmaları tahrik ederek kendine alan açmaya çalışıyor. Bu planın küresel ve bölgesel güçlerin mevcut konumuyla uyum sorunu yarattığı için çıkmaza sürüklenmiştir. Sürüklenme ve belirsizlik devam ediyor. Bu AKP iktidarının sonunu getirebileceği gibi Kürtler açısından daha tehlikeli durumlar yaratabilir.
3. Ülke güvenliği stratejisi her nasıl adlandırılıyorsa adlandırılsın, bir halkın kültürel, kimliksel, demokratik hakları ve halk olmaktan kaynaklı haklarının yok sayılması üzerinden kurulamaz, kurulmamalıdır. Kurulacağını savunanlar faşizmi savunuyor demektir. Bu temelde bir güvenlik anlayışını onaylayan, destek verenler o halkın soykırımına ve o halk üzerindeki faşizm uygulamalarına destek oluyor demektir. Türkiye’nin Kürtler üzerinden yürüttüğü güvenlik politikaları tam da bu eksende yürütülüyor.
4. NATO ve arkasındaki devletlerin Kürtlere yönelik olumsuz politikaları ve bu politikaların Kürt halkı üzerinde yol açtığı yıkımdan dolayı bir özür belirtmeleri gerekirken, bundan kaçındılar. Bu yaklaşım başta Kürt halkı olmak üzere insanlık açısından ve bölge halkları açısından tehlikeli bir pozisyondur.
5. Kürtlerin bir duruşu var. Özgürlükçü bir duruş, insanlığı ve insanlık değerlerini temel alan ve ona öncülük yapan bir duruş. Bu duruşu kirli ve karanlık yönelimlerden ve saldırılardan korumak; insanlık değerlerinden yana olan herkesin sorumluluğunda olan bir durumdur.
6. Türkiye’nin Rojava saldırısına karşı uluslararası alanda ciddi bir sahiplenme ortaya çıktı. Bu da bir zirveydi. Bu zirve, dünya demokrasi güçlerinin, dünya aydın ve demokratların, vicdan sahibi insanların zirvesiydi. Zirvelere daha çok ihtiyaç var.