İdlib’de çatışmaların yoğunlaştığı söylemleri sık sık dillendirilmesine rağmen karada taraflar arasında hala ciddi anlamda ne bir ilerleme ne de bir gerileme yaşanıyor. Adeta bir denge durumu var. Bu durum yerelde Tahrir el Şam ve El Kaide bağlantılı guruplar ile Suriye rejimi ve Rusya arasında bir denge gibi yansısa da özünde daha geniş kapsamda Üçüncü Dünya Savaşı’nın tarafları arasında yaşanan dengeden kaynaklanıyor. Çünkü küresel ve bölgesel güçlerin Suriye ve Ortadoğu siyaseti tıkanmış durumda. İdlib’deki durum da bunun sonucu olarak yaşanıyor. Ancak tıkanma nerede?
Suriye’de vekâlet savaşlarının yaşandığı DAİŞ ile mücadele döneminde, bölgedeki küresel güçler ABD ile Rusya arasında 2014’te kabul edilen, 21. yy’ın Sykse-Picot’u da denilen, resmi olmayan anlaşma gereği Fırat’ın doğusu ile batısı ayrımı yapılmıştı. Herkes kendi alanı ile ilgilendiği için küresel güçler ile bölgesel güçler arasında bir uyum, bir denge yakalanmıştı. Bu dengeyi bir tek Türk devleti bozmak için uğraşıyordu ki, bu da özellikle Kürt düşmanlığına dayalı siyasetinden kaynaklanıyordu. Bundan dolayı da ABD ile Rusya, bölge devletleri ile DAİŞ gibi örgütler arasında gelip gidiyordu. Ancak DAİŞ sonrası temel gündemin Suriye’de kendine meşru zemin oluşturamadığı için işgalci pozisyonda kalan devletlere kayacağı tahmin ediliyordu. Bunların başında da Türk devleti geliyor. İran da bu kategoriye giriyor, ancak İran Suriye’de zaten açıktan kalmıyor.
ABD ve öncülük ettiği Koalisyon Güçleri Fırat’ın doğusunda kontrolü sağladıktan sonra, son dönemde Fırat’ın batısına göz dikti. Bu durumu ABD, Fransa ve İngiltere’nin “İdlib’de kimyasal silah kullanılırsa müdahale ederiz” söyleminde ve ateşkes çağrısında görmek mümkün. Ateşkes çağrısı aslında rol istemektir. Türk devletinin Afrin saldırısı döneminde hiçbirinin aklına gelmeyen böylesi bir ‘hassasiyet’in Tahrir el Şam gibi tüm dünyanın terör örgütü kabul ettiği bir güce karşı gösterilmesi başka bir anlama da gelmiyor. Bunun altında Tahrir el Şam’ı Rusya ve Suriye rejimine karşı kullanma istemi yatıyor.
Batılı güçlerin İdlib tutumunu salt ABD veya İngiltere’nin tutumu olarak değerlendirmek yanlış olur. Çünkü bu bir NATO müdahalesidir. Şu an İdlib ve Fırat’ın batısında rol isteyen NATO’dur. Ancak bunu kimle ve nasıl yapacak? Mevcut durumda İdlib ve Fırat’ın batısında Türk devletinden daha uygun bir alternatif görmüyor. Çünkü Türk devleti hem NATO üyesi hem de bölgedeki silahlı grupların çoğunu kontrolü altında bulunduruyor. NATO güçlerinin İdlib’in batısına ilişkin söylemlerinin Türk devletinin söylemleriyle örtüşmesi de bundan kaynaklanıyor.
Ancak, Türk devleti her ne kadar Cerablus, Bab ve Afrin’de direkt devreye girerek, rol oynamışsa da İdlib’in durumu daha farklı. Çünkü Cerablus ve Bab’da DAİŞ, Afrin’de de YPG gerekçe gösterildi. İkisinin de ne uluslararası destekleri ne de bir statüleri vardı. İdlib’in farkı, karşı çıkılan güç Suriye rejiminin uluslararası hukukta bölgenin meşru muhatabı olarak kabul edilmesi, arkasında da Rusya gibi güçlü bir devlet ve ordunun desteğinin bulunmasından kaynaklanıyor. Türk ordusunun burada da doğrudan devreye girmesi devletlerarası hukuku gündeme getirecektir. Bu durumda projenin sabote olma olasılığı yüksek. Bundan dolayı AKP hükümeti İdlib’de yeni “vekiller” yaratmak zorunda.
AKP hükümetinin İdlib’de ateşkes istemi ve savaşan grupları açıktan desteklemesi bundan kaynaklanıyor. Bunun sonucu olarak son dönemde bölgeye ciddi anlamda silah ve cephane sevkiyatı yapmaya başladı ki, bu silahların da çoğu NATO yapımı.
Afrin’de Türk devletinin denetimindeki silahlı grupların İdlib’e gitmesi ve Tahrir el Şam’la aynı cephede yer alması da bunun sonucu. Oysa Tahrir el Şam Türkiye ve dünyanın terör örgütleri listesinde. Ondan daha önemlisi Tahrir el Şam ile AKP hükümetinin desteklediği silahlı gruplar arasında daha 4-5 ay önce şiddetli silahlı çatışmalar yaşanmış ve bu gruplar İdlib’den Afrin’e çekilmek zorunda kalmıştı. Suriye rejiminin operasyonlarına karşı bu grupların Tahrir el Şam’ın yanında yer alması ve Türk devletinin lojistik destek sağlaması NATO ve Türk devletinin İdlib’de yeni bir vekalet savaşına ihtiyaç duymasından kaynaklanıyor. NATO’nun Fırat’ın batısında rol isteyen tutumundan kaynaklanan bu durum bölgedeki çatışmalarda ciddi anlamda bir denge durumunun yaşanmasına neden oluyor.
Dengenin diğer ucunda Rusya, İran ve Suriye rejimi var. Aslında bu üçlüye genelde Türk devleti de dahil edilir, ancak Soçi anlaşmasının hiçbir gereğini yerine getirmemekten dolayı İdlib sorununda bu üçlüden ayrı düşmüş durumda. Hatta İdlib konusunda ABD’ye daha yakın durduğu dahi söylenebilir. Bundan kaynaklı olarak Astana ruhuna uzak duruyor. Tabi bu durum Rusya’yı rahatsız ediyor. Kısa bir süre önce Türk devletinin işgal tehditleri döneminde boşalttığı Tıl Rıfat’ta yeniden üç kontrol noktası kurarak bu rahatsızlığını gösterdi.
Rusya Türk devletinin şımarıklıklarına sadece S-400 sorunu hala çözülmediği için göz yumuyor. ABD de Rusya da Türk devletinin S-400 kararını bekliyor. S-400 kararı sadece Türk devletinin bundan sonraki gidişatını belirlemeyecek. Aynı zamanda NATO’nun İdlib ve Fırat’ın batısında nasıl bir rol alacağını da belirleyecek. Türk devleti ya Rusya ile yola devam edecek, bu durumda NATO’nin İdlib planına taş koyacak. Ya da NATO ile hareket edecek, o zaman da Rusya ile yollarını ayıracak. Bu sefer de Türk devletinin Afrin, Cerablus ve Bab’daki işgalciliği gündeme girecek.