Bu yazı Merkez Bankası’nın bu sabah bu yılın üçüncü enflasyon raporunu açıklamasından önce (dün gece) yazıldı. Bu yüzden raporda yer alan yılsonu enflasyonundaki 3 kata yakın enflasyon artışı beklentisine ilişkin değerlendirmemi bir başka yazımda geniş çapta ele alacağım.
Ancak bazı “kendilerini muhalefette konumlandırmalarına rağmen enflasyon meselesini bu iktidarın çözebileceğine inanan” saf piyasa iktisatçılarına dokundurmadan da edemeyeceğim.
Bu iktisatçılar, bu sabahki raporun ardından MB Başkanı Erkan’ı çok cesur buluyor ve kurumun yılsonu enflasyon beklentisini yüzde 58’in üzerine çıkarmasını kurumun kredibilitesini artıracağı için olumluyorlar. Ama bu bakışlarının ne arka plan okuması var ne de bu kararın ardından gelebilecek olası daha yüksek faiz artırımlarının ekonomi ve emekçiler üzerindeki yıkıcı etkilerine ilişkin değerlendirmeler var.
Kaldı ki bu yazarların iktisadi bakışları böyle otoriter bir rejimde her türden kontrolün Saray’da olduğu, yani sözde “MB Bağımsızlığının” olamayacağı gerçeğini de inkar ediyor.
Dolayısıyla da 2024 Mart ayında yapılacak yerel seçimlere kadar toplam talebin beklendiği gibi kısılamayacağını anlayamıyorlar. Ayrıca bu ülkede enflasyon talep yönlü olmaktan ziyade maliyet yönlü. Yani sadece talep yönlü politikalarla enflasyonu düşürmenin imkânsız olduğunu da göremiyorlar.
Bu neden böyle? Çünkü bu tarz iktisatçıların bakış açıları üniversitelerde öğrendikleri burjuva ana akım iktisat ile sınırlı. Bu nedenle de, enflasyonla mücadelenin de sınıfsal bir mesele olduğunu, “ekonomiyi savunmak adına burjuvazinin çıkarlarını savunduklarını” anlamıyor ya da anlamak istemiyorlar. Oysa halk hem yüksek enflasyon hem de dezenflasyon süreçlerinde sürekli olarak eziliyor.
Evet, nasıl yani?
Bundan 10 yıl önce hazırlanan Onuncu Kalkınma Planı’nın Temel Amaç ve İlkelerini açıklayan ikinci bölümünde şu ifadeler yer alıyordu:
“Uzun vadeli kalkınma amacımız, yeniden şekillenmekte olan dünyada milletimizin temel değerlerini ve beklentilerini esas alarak gerçekleştirilecek yapısal dönüşümlerle ülkemizin uluslararası konumunu yükseltmek ve halkımızın refahını artırmaktır. Bu çerçevede, 2023 yılında GSYH’nin 2 trilyon dolara, kişi başına gelirin 25 bin dolara yükseltilmesi; ihracatın 500 milyar dolara çıkarılması; işsizlik oranının yüzde 5’e düşürülmesi; enflasyon oranlarının kalıcı bir biçimde düşük ve tek haneli rakamlara indirilmesi hedeflenmektedir.” (1)
Söylendiği gibi olmadı
Plan böyle söylese de, geldiğimiz nokta itibarıyla işsizliğin iki kat, resmi enflasyonunsa defalarca kat yüksek olduğu çok açık. Dahası iktidar blokunun elinde kalan tek savunma göstergesi olan “ekonomik büyüme verileri” açısından da büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Toplumun büyük çoğunluğunun ekonomik refahı ise, bırakın artmasını, hızla azaldı.
Öyle ki bu planın hazırlandığı 2013 yılında cari fiyatla GSYH (milli gelir) 850,5 milyar dolar ve kişi başı gelir 11,183 dolar idi. (2) 2022 yılı sonunda GSYH cari fiyatla 905,5 milyar dolara çıkarken (10 yılda toplamda sadece 55 milyar dolarlık bir artış oldu), kişi başı gelir 10, 655 dolara geriledi. (3)
İçinde bulunduğumuz yıl ve sonrasını konuşabilmek için devletin resmi ekonomik öngörülerini yansıtan 2023-2024-2025 yıllarını kapsayan üç yıllık Orta Vadeli Program’a (OVP) bakabiliriz. Buna göre GSYH büyüklüklerinin sırasıyla: 2023 yılında 867,0 milyar dolar, 2024’te 952,0 milyar dolar ve 2025’te 1,065 milyar dolar ve kişi başı gelirin sırasıyla: 2023 yılında 10,071 dolar, 2024’te 10,931 dolar ve 2025’te 12,091 dolar olması bekleniyor. (4)
Kısaca, 21 yıllık AKP iktidarının yönetimi altında geçirmekte olduğumuz Cumhuriyetin ikinci yüzyılında gerçekleşeceği söylenen 2 trilyon dolarlık toplam milli gelir büyüklüğü hedefinin yüzde 57, kişi başına gelir hedefinin yüzde 60 ve 500 milyar dolarlık ihracat hedefinin yüzde 49 gerisindeyiz.
Yine de kitleye gaz vermeye devam
İktidarın 10 yıllık performansı bu iken, bu yılki seçimleri de düşünerek Cumhurbaşkanı Erdoğan 2022’ye girilirken yayınladığı ekonomi ağırlıklı yeni yıl mesajında, “ekonomide başlattıkları dönüşüm ve uyguladıkları yeni model ile Türkiye ekonomisini dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline getirme” sözünü verdi. (5)
Erdoğan bu sözünü bir kez daha tekrarladı ve yine geçen yılın Nisan ayında AKP milletvekilleriyle gerçekleştirdiği bir toplantıda yaptığı konuşmada, “Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri yapma kararımızdan asla geri adım atmayacağız. Bu hedefi, milletimizin yeni kızıl elması olarak görüyoruz” dedi. (6) 14-28 Mayıs seçim sonuçları bu politikanın işe yaradığını gösteriyor.
Döviz için kapısını aşındırdığımız faiz lobisinin raporları
Goldman Sachs adlı uluslararası dev bir yatırım bankasının raporu ise böyle bir hayalin gerçekleşemeyeceğini gösteriyor. Öyle ki kurumca yapılan projeksiyonlara göre (7), Türkiye 2050’de ve 2075’te de (bırakın dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında olmayı) en büyük 15 ekonomisi içinde dahi yer alamıyor.
Rapora göre, Çin’in her iki yılda da lider ekonomi konumunda olması bekleniyor. Öyle ki ekonomisinin büyüklüğü 2050 yılında 41,9 trilyon doları bulacak. Bu yılda ikinci sırayı 37,2 trilyon dolarlık bir ekonomik büyüklükle ABD’nin ve üçüncü sırayı 22,2 trilyon dolar ile Hindistan’ın alacağı tahmin ediliyor.
2075 yılına gelindiğinde ise Hindistan ikinci sıraya yükselirken ABD üçüncü sıraya gerileyecek gibi görünüyor. Her iki yılda da bazı ekonomilerin sürpriz bir biçimde öne çıkması öngörülüyor. Örneğin Endonezya ekonomisinin her iki yılda da dünyanın dördüncü büyük ekonomisi olması bekleniyor. Brezilya, Meksika, Nijerya ve Mısır her iki yılda da ilk 15’te kendilerine yer bulacaklar gibi görünüyor. Pakistan’ın 2075 yılında dünyanın en büyük 6’ncı sırasında yer alacağı ve Filipinlerin ilk 15’e gireceği beklentisi de son derece çarpıcı.
Bu durum (eğer gerçekleşirse), dünyadaki üretim, dağıtım ve ticaret merkezlerinin Asya’ya doğru kayacağı anlamına geliyor. Kuşkusuz böyle bir durum ortaya çıktığında bunun jeopolitik sonuçları da olacak.
Sonuç olarak
Ekonominin acil döviz ihtiyacını karşılayabilmek için kapısını aşındırdığımız küresel finans kapital örgütlerinden biri olan Goldman Sachs’ın projeksiyonu kuşkusuz şimdilik sadece bir projeksiyon.
Önümüzdeki süreçte dünyada yaşanacak olan birçok şey bu öngörüyü boşa çıkartabilirse de, eldeki veriler ve ülkelerin büyüme, ekonomik gelişme ve kalkınma süreçlerinde aldıkları yol, sahip oldukları teknolojilerin düzeyi, demokratik yönetsel beceriler gibi birçok faktör böyle bir öngörünün gerçekçi olduğunu da gösteriyor.
Ancak projeksiyon dahi olsa, Türkiye ekonomisinin en büyük 15 ekonomi arasında yer almayacak olması, özellikle de ekonomik büyümeyi fetiş haline getirmiş olan, bunu tüm kirin ve pasın altına süpürüldüğü bir halı gibi kullanan iktidar bloku açısından sevimsiz bir durum.
Çünkü bu durum öncelikle iktidar blokunun halkı yanında tutabilmek için şu ana kadar söylediklerinin içi boş masallardan öte bir şeyler olmadığı gerçeğini ortaya koyuyor.
Keza böyle bir projeksiyon ülkenin, Brezilya, Endonezya ve Meksika gibi içinde yer aldığı “Yükselen Ekonomiler” grubundan negatif olarak ayrışacağı ve adının muhtemelen başka bir zemin ile anılacağı anlamına geliyor.
Yani hem sosyo kültürel hem siyasal hem de ekonomik olarak Türkiye, geçtiğimiz yüzyılda sosyo ekonomik geriliği anlatılırken kullanılmış bir kavram olan “Üçüncü Dünya Ülkesi” ne dönüşüyor, dönüştürülüyor. Bu 21 yıldır ülkeyi yönetenlerin küçümsenemeyecek başarılarından (!) biri daha olsa gerek.
Sınırlı demokratik hak ve özgürlüklerin dahi rafa kaldırıldığı, otoriterleşme ve militarizmin giderek yükseltildiği, emeğin ve doğanın kâr ve rant için tahrip edildiği bir ortamda, her alanda büyük çapta bir adaletsizlik ve hukuksuzluk yaşanıyor.
Akbelen Ormanı direnişinde yaşandığı gibi, yöre halkının, köylülerin müşterek malı konumundaki ormanı rant için kestirmeme çabası ya da Diyarbakır Dedaş’ta görüldüğü gibi işçilerin masum sendikalaşma girişimleri dahi şiddete dayalı olarak bastırılıyor.
Üstelik siyasal İslam ve milliyetçilik işbirliğinin dayattığı başta kültürel olmak üzere çok sayıda kısıtlamaya ve yasaklamaya karşılık demokratik siyasal ve toplumsal muhalefetin dağınık, örgütsüz ve sorunlara hakiki çözümler üretemeyen hali sürüyor.
Elbette böyle olumsuz gelişmelerin kültürel, sosyal ve siyasal hayat üzerinde olduğu gibi ekonomi üzerinde de ciddi olumsuz etkileri olacak ve ülke, bırakın sosyoekonomik olarak kalkınmayı ve gelişmeyi, ekonomik büyüme anlamında da gerileyecektir.
Anahtar sözcüler: AKP, Demokrasi, Ekonomik Büyüme, Goldman Sachs, Üçüncü Dünya Ülkesi.
Dip notlar:
- https://www.sbb.gov.tr/wp-content/uploads/2022/08/Onuncu_Kalkinma_Plani-2014-2018.pdf, s.27 (25 Temmuz 2023).
- TÜİK, Dönemsel Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, IV. Çeyrek: Ekim – Aralık, 2022, https://data.tuik.gov.tr (28 Şubat 2023).
- Orta Vadeli Program (2023-2025) Ek 1, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/09/20220904M1-1.pdf (26 Temmuz 2023).
- https://artigercek.com/haberler/erdogan-in-2022-mesaji-dunyada-en-buyuk-10-ekonomisi-arasina-girecegiz (31 Aralık 2021).
- https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/136394/-turkiye-yi-dunyanin-en-buyuk-10-ekonomisinden-biri-yapma-kararimizdan-asla-geri-adim-atmayacagiz (6 Nisan 2022).
- https://www.visualcapitalist.com/top-economies-in-the-world-1980-2075 (21 July 2023). Görsel Marcus Lu ve Athul Alexander tarafından hazırlandı.