“Neden devam ediyorum? Neden 92 yaşındayken bunu yapıyorum? Terliklerimi giyip ayağımı koltuğa uzatabilirdim oysa. Siz karşınızda oturan adamın Manolis olduğunu düşünüyorsunuz değil mi? Ama yanılıyorsunuz. Ben o değilim. Ben o değilim, çünkü o zamanlar, İkinci Dünya Savaşı sırasında yani, infaz edilmeden önce insanlar hep şöyle derdi:‘Beni unutma! Günaydın dediğinde, beni düşün. Bir kadeh kaldırdığın zaman adımı söyle. Dalgalar vurduğunda, benim için de ıslan. Ve halay tutulduğunda, benim için de dans et!’ Ben şimdi sizinle konuşurken ya da herhangi bir şey yaparken, karşınızda gördüğünüz adam, işte o insanlardır aslında. Onlar için yaşıyorum ben ve onları unutmuyorum hiç.”
30 Mart 1941 günü, 19 yaşında iki genç, iki sağlam kafadar, çok heyecanlıydılar. Daha sonradan ülkenin tarihine geçecek çok onurlu bir görevi üstlenmişlerdi. İçlerinden biri, yukarıdaki sözlerin sahibi olan Manolis Glezos, diğeri ise Apostolos Santas’tı.
Bütün ‘üstün ırk’ iddialarına karşın, sıradan bir hödük olarak büyük Yunan uygarlığı konusunda her zaman kompleksli olan Hitler, yerli hainlerin yardımıyla Atina’yı işgal ettiğinde, nihayet düşünü gerçekleştirmişti: Tarihi Akropol’ün tepesine gamalı haç bayrağını dikmek! Yaptı da bunu. 27 Nisan 1941’de Akropol’den Yunan bayrağı indirildi ve onun yerine şatafatlı bir törenle Nazi bayrağı çekildi. Ama o uğursuz paçavra, sadece bir ay kalabildi orada. Bu yüz kızartıcı duruma katlanamayan iki genç adam, Manolis ve Apostolos, bütün halkın iradesini temsilen Akropol’e çıkıp indirdiler onu ve paramparça ettiler.
Aynı yaşlarda, aynı yollardan
Manolis, 9 Eylül 1922’de Nafplio’da Apeiranthos Naxous köyünde doğdu. Atina’da ortaokul eğitimini görürken bir yandan eczacı kalfalığı yaptı, diğer yandan da politik mücadelenin içinde oldu, Metaksas diktatörlüğüne karşı anti-faşist mücadele grubunu kurdu. 1940’ta mezun oldu. İşgal başladığında birçok kuruluşta gönüllü çalışırken, gençlik örgütleriyle direnişe aktif olarak katıldı.
Apostolos da 1922’de Patras’ta doğmuştu. Orta öğrenimini Atina’da tamamladı ve Atina Üniversitesi’nin hukuk fakültesine kabul edildi.
Bayrak macerasından sonra Almanlar önce bir afalladılar. Resmi olarak bayrağın “kimliği belirsiz kişiler tarafından indirildiğini” açıkladılar ve gıyabi bir ölüm cezası çıkardılar. Bir süre sonra da ikisi, yerel işbirlikçilerin yardımıyla yakalandı. Ama ağır işkencelere rağmen itiraf gelmeyince serbest kaldılar.
Manolis, 21 Nisan 1943’te İtalyan işgal güçleri tarafından yeniden tutuklandı ve bir kez daha cezaevine girdi. Yine çıktı, bu kez de işgali destekleyen Yunanlılar tarafından “tehlikeli eylemleri” nedeniyle tekrar tutuklandı.
Apostolos ise 1942’de Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne (EAM) ve bir yıl sonra gerilla gücü ELAS’a katıldı. Onun da hapis maceraları işgal sonrasında da bitmedi. Komünist olduğu için 1946’da yeniden tutuklandı, 1948’de kaçıp İtalya’ya geçti. Ancak 1962’de dönebildi ülkesine ve 30 Nisan 2011’de yaşamını yitirene kadar canlı bir efsane gibi yaşadı.
‘Büyük sevdaların adamı’
Manolis’in macerası daha uzun sürdü. Yaşamı boyunca üç kez idama çarptırıldı, 16 yıl 5 ay hapiste yattı, sürgünde ise 4 yıl 6 ay geçirdi. Bu arada dokuz kez suikast girişimine uğradı. 1948’de idama mahkûm edildiğinde yapılan kampanyaya Nazım Hikmet de bir şiiriyle katılmıştı. “O büyük sevdaların adamıydı / işte bu yüzden öldürmek istiyorlar onu” diye yazmıştı Nazım onun için.
Daha sonrasında da, bütün yaşamı boyunca Yunanistan siyasi tarihinin bir parçası oldu Manolis. Her coşkulu dönemde en önde, her karanlık bastığında hapisteydi. Bu, onun için kişisel olarak da önemli bir şeydi. Naziler tarafından idam edilen kardeşi Nikos Glezos’un tutuklandığı sırada içine birkaç kelime yazarak askeri cemseden fırlattığı şapkasını ölene kadar hiç yanından ayırmadı. Şapkayı yolda biri bulmuş ve Glezos ailesine getirmişti…
Her devrin tutuklusu
Tutuklu olduğu zamanlarda da mücadelenin içinde oldu. 1951 yılında Birleşik Demokratik Sol Parti tarafından Atina milletvekili adayı olarak gösterildi. 1963’te yeniden çıktı. Birleşik Demokratik Sol Parti’nin yönetim kurulu üyeliğine seçildi ve sekreterliğini devraldı. Aynı zamanda Avgi gazetesinin genel müdürü oldu. 21 Nisan 1967’de askeri darbenin sabahında yine tutuklandı ve bu kez ancak 1971’de çıkabildi.
1975 sonrasında iki kez PASOK listesinden milletvekili oldu. İki dönem Avrupa Parlamentosu’nda Yunanistan’ı temsil etti. Ayrıca SYNASPİSMOS ve SYRIZA’dan birer kez milletvekili seçildi.
Manolis özgürlük için verilen her mücadelede ve direnişte en öndeydi. 2010 yılında Yunanistan’da başlayan halk isyanına da destek verdi. Polisin eylemlere müdahalesi sırasında yüzüne sıkılan gaz sonucu ciğerleri hasar gördü.
Kavgasız günü olmadı
Genellikle milletvekilliğinden dönemlerini tamamlayamayarak parti yöneticileriyle kavga edip ayrıldı. En son SYRIZA hükümetini Uluslararası Para Fonu’na teslim olmakla suçlayarak Bağımsız Sol Birlik’te yer aldı. Manolis, kredi anlaşması ve muhtıra ile ilgili müzakerede partinin kararlarına açıkça karşı çıktı. 2015’te SYRIZA Avrupa milletvekili olarak kaleme aldığı “Geç olmadan” başlıklı mektubunda, “bu yanılsamaya iştirak ettiğim için Yunanistan halkından özür diliyorum” diyor ve tüm SYRIZA üyelerini hükümete tepki vermeye çağırıyordu.
Manolis, Kürt halkının mücadelesinin de her zaman yanında durdu, Avrupa’da Kürtlerin mücadelesine ses vermeye çalıştı. Rojava için Avrupa’da yapılan destek eylemlerinde Avrupa Parlamentosu milletvekili sıfatıyla en önde yer aldı.
Her zaman öfkeli bu büyük direnişçi, geçtiğimiz günlerde, 30 Mart 2020’de, kalp krizinden yaşamını yitirdi. Şimdi, kardeşi Nikos’un yanında artık.
98 yaşındaydı ve neredeyse koca bir yüz yılı yaşamıştı.
Koca bir yüzyıl… Üstelik iki katıyla! Öğle uykusundan en azgın işkenceler sırasında bile hiç taviz vermemişti çünkü: “Bu şekilde bir gün içinde iki günüm oluyor. Sabah 7’de başlıyorum, 15.00’te duruyorum, uyuyorum, 17.00’de tekrar hayata başlıyorum ve gece yarısına kadar devam ediyorum.”
Bir insan hayatından bundan fazla ne beklenebilir ki?