Ali Saim
Oğul Erkam Yıldırım ne diyor?
“Latin Amerika’dan yeni döndüm, onların durumu bizden beter, bir Covid aşısı veriyorsun, bir tanker kokain veriyorlar”…
Bunlar sözün gelişi yakıştırmalarım. Yani hakaret diye değil, şaka olsun diye yazıldı.
Ya “baba”… Binali Yıldırım ne diyor? Bu defa sözün gelişi yakıştırma değil. Okuyalım:
“10 gün önce yurt dışındaydım, orada gördüm. Sıkıntılar bizimkinden daha fazla.”
Avrupa görmüş adam başka oluyor haliyle.
Vaktiyle Türkiye’den yurt dışına gidiş mümkün değildi. Elçilik mensupları, “güvenilir” birkaç subay, beş on öğrenci, birkaç da patron dışında Avrupa’yı gören yoktu. “Adam Avrupa görmüş” lafı büyük bir hayranlığı ve övgüyü yansıtırdı.
Antakya’da edebiyat hocamızın kocası, annemin bir aylık Londra’da BBC’ye gidişi dışında, Avrupa görmüş tek kişiydi. Mehmet beye Antakya ahalisi “Avrupa Memet” derdi. Nereye gitse esnaflar, emekliler, gençler “Avrupa nasıl bir yer” diye sorar, o da bire bin katarak anlatırdı. Bir keresinde kahvede ona rastlamıştım. Etrafını çevirenler ağzı açık ayran delisi gibi anlattıklarını dinliyorlardı. Tahmin edebileceğiniz gibi hiç biri “ben de Avrupa’ya bir uzanayım” diye aklından bile geçirmiyordu. Onu dinleyip evine gidenler de ev halkına ve misafirlere “Avrupa Memet’in” Avrupa’ya dair anlattıklarını bine onbin katarak tekrar ediyorlardı.
Bu Avrupa merakı çok köklüydü. Türkiye mizahının bence son temsilcisi Aziz Nesin, “Avrupa görmüşleri” müthiş dalgaya alırdı. Şöyle bir “şiirini” hala hatırlıyorum; Zübük gazetesinde yayınlanmıştı. Aklımda kaldığı ile aktarayım:
“İkamet eyler iken Mösyo jösvi Paris’te,
Lisan’ı Fransevi öğrendim tam sekiz derste
Ön matmazel, ön madam ederler iken ubur
Yollarını beklerdim maten suvar e tujur”.
Millet Fransa’ya gidip döndüğünde “r”leri “ğı” gibi söyleyerek Fransız taklidi yapan “dil bilmezlerle” dalga geçerdi.
Eskiler anlatırlar: Ağanın biri oğlunu Paris’e lisan öğrensin de adam olsun diye göndermiş. O zaman mektup vardı. Adamcağız ne zaman “oğul Frenkçe binayı söktün mü?” diye yazsa, oğlan her mektubunda “bina okuyorum peder” diye cevap verirmiş. Malum “bina” Osmanlıcada bir gramer terimi. Adamcağız oğlunu soranlara şöyle yakınırmış: “Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur.”
Bilmem duydunuz mu? Erdoğan’ın mürşidi Necip Fazıl Kısakürek de “bizim oğlan” gibi Paris’te pek çok herze yemiştir. Kumar ve kokain iptilası “lisan-ı Fransevi” öğrendiği yılların yadigarıdır. Ben söylemiyorum, kendisi “hatıralarında” anlatır.
Bizim millet çakma Fransızca konuşanlarla bir yandan dalga geçse de, o zamanlar Maarif mekteplerinden geçen halkımız tek kelime ecnebi lisan bilmezdi. Bunun en dramatik hikayesine her zaman gülerim. Müsaadenizle anlatayım:
“Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur” denilenlerden biri, çakma Fransızcasıyla birkaç kişiyi değil, tüm Türk milletini öyle şaşkına çevirmiştir ki, insanlar hane numarası 99 olan evden sonraki kapıya 100 yazmaktan utandıkları için 99/1 yazmak zorunda kalmıştır. Zavallılar ne halt etsinler. Adam poliste ifade veriyor. Komiser soruyor: “Nerede oturuyorsun?” “Yüz numarada”… Komiser yerinden fırlayıp adama yumuluyor. “Ben sana yüz numarayı gösteririm” deyip, fakiri tuttuğu gibi helaya kapatıyor.
Bu garabetin hikayesini anlatayım:
“Mösyö jösvi” lisan-ı Fransevi öğrenip Türkiye’ye gelmiş. Bir gün sokakta fena halde sıkışmış. İlk gördüğü adama “Mösyöcüğüm yüz nümero nerede?” diye sormuş. O zamanlar ahali yabani. Apteshaneye “yüz numara” deneceğini bilmiyor. Adam kapı numaralarına bakıp, “Ahacık, on hane sonra yüz numaradır” demiş. “Mösyö Jösvi” koşturmuş. O da ne? Yüz numaralı hane karakol değil mi? Kapıdan dalmış. Altına edecek. “Mösyö Jandarma 100 nümero nerede?” diye ıkınarak sormuş. “Burasıdır” cevabını alır almaz da karakolun duvarına siydirmiş. Başına geleni anlatmayayım.
Biliyorsunuz, o zamanlar boşaltım yapılan yerlere “aptesane”, “hela”, “kubur”, “ayak yolu” felan denirdi. Henüz “tuvalet”, “lavabo” ve hatta “yüz numara” bilinmezdi.
Önce dilimize kibarlık olsun diye “yüz numara” girdi.
Ben de araya girip bir anekdot daha anlatayım. Avrupa’dan yeni gelmiş yaşlı hanım teyze o ara sıkışmış. İlkokul mezunu evin kızına “evladım lavabo nerede” diye sorduğunda kız, mutfağı işaretle çeşmeyi gösterip “orada” deyince kadıncağız “ayol oraya nasıl edeceğim” diye kızı azarlamış. Ev halkı o günden sonra helanın adının değiştiğini öğrenmiş. Kültürel bir gelişme yani.
Gelelim “yüz numaraya”…
Neden “yüz numara”?
“Mösyö Jösvi” yüzünden.
Malum: Avrupalı hela kapısına “00” sayısını yazar. Zaten Arapça hela da “boş yer” demektir. Okunuşu bakımından “san nümero”, “numarasız” anlamına geldiği gibi, yine okunuşu bakımından “san” kelimesi aynı zamanda rakam olarak “100” demek. “Mösyö jösvi” “sans numero” diye yazılıp “san nümero” diye okunan kelimenin “numarasız” anlamına geldiğini bilmiyormuş. Ama “cent” diye yazılıp “san” diye okunan kelimenin 100 demek olduğunu anca öğrenebilmiş. O nedenle de Fransızların helaya “yüz numara” dediklerini sanmış. Arap “helal” deyince bunu “hela” diye anlamak gibi bir şey. Ve bu “Mösyö jösvi” Türk milletini kültürel bakımdan kibarlaştırmak için hela yerine “yüz numara” deyince, vatandaş “muassır medeniyet” seviyesine yükselebilmek için bizim kadim aptesanelerimize “yüz numara” demeye başlamış.
Tarihte bir milletin topyekun “tercüme” hatası yapmasına şahit olunmamıştır.
Bitmedi. Fransızlaşmanın yerini Almancılaşma alınca aynı şey başımıza gelmez mi?
Biliyorsunuz. Yakın geçmişe kadar, pencerelerin üstünde, havalandırma amacıyla yarıya kadar açılan ek pencereler vardı. İşte bu pencerelerden birini gören bir doğma büyüme Almancı kardeşimiz, benzerine rastlamadığı için ev sahibine bu yarı açık pencerenin ne olduğunu öğrenmek amacıyla “Mein Got…Was ist das?” (Bu nedir?) diye böbürlenerek Almanca sormuş. Ev sahibi cehaleti anlaşılmasın diye “öyledir hemşerim” diye geçiştirmiş. Geçiştirmiş ama, o günden sonra o da evin oğluna “aç ulan şu vasistası da hava alalım” demeye başlamış. Ardından tüm Türk milleti bu pencere eklentisine “vasistas” demiş.
Bir Türk Fransızcadan ya da Almancadan bir tek kelime kapsın, Türk milletinin hepsi aynı anda bu kelimeyi öğrenir. Böyle bir şeyi hiçbir millet yapamaz. Atatürk’ün dediği gibi “Türk milleti zekidir”. “Bir Türk dünyaya bedeldir.” “Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıdır.”
Hay Allah “On gün önce Avrupa’daydım” diyen Yıldırım Akbulut’u, pardon Binali Yıldırım’ı yazacaktım. Yerim kalmadı. Artık başka zamana…