Türkiye’de kadın, çocuk ve iş cinayetleri bir türlü önlenemiyor, hatta böyle cinayetler giderek artıyor. En son 8 yaşındaki Narin’in hunharca katledilmesi ve 2 yaşında cinsel istismara uğrayan Sıla Bebek’in hastanede yaşam mücadelesi veriyor olması toplumda çok büyük bir infiale yol açtı.
İktidarınsa, başlangıçta Narin cinayetiyle ilgili olarak, “tüm sorumlulardan en ağır biçimde hesap sorulacağı” biçimindeki açıklamaları, yine aynı ağızlardan “aile kurumunun ve dini değerlerin yıpratıldığı” biçimindeki mesnetsiz ve daha ziyade dikkatleri başka yönlere çekmeye hedeflenmiş suçlamalarla giderek inandırıcılığını kaybediyor. Ne yazık ki toplumun büyük bir kesimi bu cinayetin de üstünün bir şekilde kapatılacağına inanıyor.
Ayrıca, daha önce ülkenin başka bölgelerinde, benzer biçimlerde katledilen Leyla bebek ve Rabia Naz’ın katillerinden ya da bazı sözde dini vakıflara ait mekânlarda istismara uğrayan çocuklara bunu yapanlardan hesap sorulabildi mi? Resmi ağızlardan, “bir kereden bir şey olmaz” ya da “küçüğün rızası vardı” gibi tüyler ürperten açıklamaları duymadık mı?
İktidarın sertliği cinayetleri önlemeye yetmiyor!
Oysa Türkiye içinde yer aldığı coğrafyanın en sert yönetimlerinden birine sahip. Keza Merkezi Yönetim Bütçesinin çok önemli bir kısmı güvenlik ve kolluk hizmetleri ve görevi insanlara dini telkin vermek olan Diyanet gibi kurumlar için ayrılıyor.
“Ülkede toplamda, yüzbinlerce polis, bekçi, asker, yargı mensubu, cezaevi personeli, korucu ve özel güvenlik görevlisi, imam ve din görevlisi istihdam ediliyor. Buna rağmen böyle bir güvenlik ve ahlak açığı nasıl oluşabiliyor?” Sormamız gereken asıl soru bu olmalı.
Aslında, Türkiye’nin onda biri kadar bu işlere kaynak ayırıp da bu tür olayların en azda tutulduğu çok sayıda ülke var. Sadece Avrupa ülkeleri değil, Asya ülkelerinin birçoğunda da bu çapta çocuk, kadın ve iş cinayetleri yaşanmıyor.
Kültür ve demokrasi sorunu
O halde bu bir “güvenlik açığı sorunu” olmaktan ziyade bir ekonomik, sosyal ve siyasal gelişkinlik, kültür ve demokrasi sorunu olarak ele alınmalı. Yani bu cinayetler ülkede özellikle de son 10 yıldır yaşanmakta olan toplumsal çöküşün semptomları. Bunların “güvenlik açığıyla” ya da “ahlak bozukluğu” ile ilgisi yok denecek kadar az.
Bu yüzden de “idam cezası tekrar getirilsin” gibi korkunç tavsiyelere ya da “daha fazla imam hatip okulu açılmalı”, “eğitimin amacı dindar ve ahlaklı insanlar yetiştirmektir” gibi dayatmalara kulak asmamak gerekiyor. Nitekim bu tür cinayetlerin hemen hepsinin bu konularda çok hassas olduğunu iddia edenlerce işlenmesi ve bazı iştirakçilerinin devletin içinden çıkabiliyor olması da bu savı destekliyor. Özetle, bu bir ahlaki değil, tam bir toplumsal çöküştür ve çöküş durdurulamazsa çok daha da kötü şeylerin olması kaçınılmazdır.
Bunlar, bizim bu ülkede yaşayan insanlar olarak görüp söyleyebildiklerimiz. Bir de bunların yurt dışında yapılan bilimsel araştırmalarla rapor haline getirilenleri var.
Berggruen Yönetişim Endeksi
Bu raporlardan biri bu Mayıs ayında yayımlanan Berggruen Enstitüsü’nün, UCLA Luskin School of Public Affairs ve Hertie School ile birlikte hazırladığı bir rapor. (1) Bu raporda bölge ve ülke analizleri yapılıyor ve “Berggruen Yönetişim Endeksi” adlı bir de endekse yer veriliyor. Yukarıdakilere benzer sorunları bu rapor toplumda sağlıklı bir yönetişimin inşa edilememesine bağlıyor.
Rapora göre, aşağıda gösterilen “Yönetişim Üçgeni”: “Devlet Kapasitesi”, “Demokratik Hesap Verebilirlik” ve “Kamusal Hizmet Sunumu”ndan oluşuyor. Bu kavramlar sırasıyla; “kamu yönetiminin kalitesini”, “demokrasi kalitesini” ve “yaşam kalitesini” anlatıyor.
Raporun ilginç bir genel bulgusu da, gerek Avrupa ülkeleri, gerekse de Çin ve Rusya gibi ülkelerde olsun, kamusal hizmet sunumunun (aşındırılmış olsa da) hala oldukça önemli bir yer tutuyor olması.
Ancak genel olarak batı demokrasilerde bunu iyi kalitede kamu yönetimi ve iyi kalitede demokratik hesap verebilirlik izlerken, diğer ülkeler bunlar konusunda yetersiz kalıyor.
Bu tespit Türkiye açısından önemli zira ülkede başta güvenlik, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik olmak üzere kamusal hizmetler nitelik olarak yeterli olmasa da, nicelik olarak milli gelir içinde önemli bir yer oluşturuyor. Nitekim kamusal hizmet sunumu açısından ülkenin puanı 100 üzerinden 80. Gerçi diğer azgelişmiş ülkeler de 65-80 arasında puanlara sahipler. Gelişkin Avrupa ülkelerinin bu konudaki puanı ise ortalama 90’ın üzerinde.
Türkiye demokrasi açığının en fazla oluştuğu 6. ülke
Aşağıdaki tablo bize ülkedeki son cinayetlerin nedenleri konusunda önemli ipuçları veriyor. Zira üçgenin diğer iki ucu olan “devlet kapasitesi” ve “demokratik hesap verebilirlik” konularında Türkiye özellikle de 2010 yılından bu yana ciddi bir aşınma yaşıyor. “Devlet bitmiş ya da devlet çökmüş” gibi ifadelerin rapordaki karşılığı tam da bu kavramlar aslında.
Öyle ki kamu yönetiminin kalitesini gösteren “devlet kapasitesi” 2010 yılında 42 puan iken 2021’de 28 puana ve demokrasinin durumunu gösteren demokratik hesap verebilirlik 65 puandan 42 puana düşmüş. Muhtemelen parlamento gibi kurumların biçimsel de olsa hala açık olması demokrasi puanının kamu yönetimine göre biraz daha iyi durumda görünmesini sağlıyor.
Nitekim devlet kapasitesinde son bir yılda en fazla aşınma yaşayan 10 ülke arasında, İran, Suriye, Yemen ve Venezüella’nın yanı sıra Türkiye de (6. Sırada) yer alıyor. Benzer bir biçimde demokratik hesap verebilirlik açısından en kötü durumda olan ülke ilk 5’te yer alıyor.
Aslında bu veriler işçi, çocuk ve kadın cinayetlerinin sosyolojisini aydınlatmak son derece yararlı veriler. Faili işaret ediyor:
Fail, son tahlilde, ülkedeki demokrasi ve insan hakları açığı ve iktidar blokunun hiçbir biçimde hesap vermeye yanaşmaması ve ayakta kalabilmek için her türden insani değeri ayaklar altına almaktan çekinmemesidir.
Bu tür cinayetleri önlemenin yolu ise ülkede, eşitlikçi, laik, emekten ve barıştan yana, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten, ekolojik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyetin inşa edilmesidir.
Dip notlar:
(1) Berggruen Governance Index-Democracy Challenged (Mayıs 2024), s. 92.