Hep konuştuk, konuşuyoruz, görünen o ki daha çok konuşacağız.
Bugün şarbonu konuşuyoruz. Dün Polonya’dan gelen deli danalı etleri, evelki gün ilaç kalıntılı ihraç ettiğimiz meyve ve sebzelerin gümrük kapılarından geri çevrilişini konuştuk. Yarın kimbilir neyi/neleri konuşacağız?
Konuşup, yazdıklarımızı dinleyen, önlem alan var mı? Şöyle söylediğinizi duyar gibi oluyorum, “Dinleyen ve önlem alan olsa(ydı) hala niye konuşalım ki.” Demek ki, önlem almakla yükümlü olanlar; önemsemiyor ve aldırmıyor!
Onlar için ne önemli o halde? Ulusüstü tarım, gıda ve ecza şirketleri!…
Yani ne yiyeceğimize, nasıl yetiştirilmiş ürünler, ne şekilde (katkılı- katkısız) üretilmiş, sağlıklı veya sağlıksız gıdalarla mı “besleneceğimize” karar verenleri dinliyorlar sadece.
Peki, hükümetler ile şirketleri aynı safta toplayan ne? Neoliberal politiklar!
Neoliberal politikaların güç aldığı bir yapı veya yasa var mı? Elbette var!
Yapı, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ). Yasa, DTÖ’nün şirketler için sınır tanımayan, serbestçe ticaretlerini yapabilmelerini sağlayan normlar. Yani şirketler için dünya ölçeğinde bir anayasa var!
Ulusüstü şirketlerin dışında kalanları ise koruyan, kollayan hiç birşey yok!
DTÖ’ye imza atarak üye olan ülkeler, kendi ulusal yasalarını DTÖ’nün anayasasına/normlarına zorunlu olarak uyarladılar. Türkiye’nin tarım ve gıda yönetimi doğrudan ulusüstü şirketlerin kontrolünde şimdi.
Kimdir bu ulusüstü şirketler, güçleri ne?
İsimlerini siz bulun, ben pazar paylarını söyleyeyim. Bakın;
– Gübre pazarının %55 ni 10 şirket,
– Çiftlik hayvanlarının %99 nu 4 şirket,
– Dünya tahıl ve soya pazarının %75’ini 4 şirket,
– Dünya tohum pazarının %50 den fazlasını bu ulusüstü şirketler kontrol ediyor.
Gelelim, başta söylediğim, ‘konuşmalarımız, yazmalarımız” gök kubbe altında bir serzenişten öte geçecek mi, geçmeyecek mi?
İstersek geçer. Umut var. Üstelik, ne güzel ki, umudun tohumları toprağa da düşmüş vaziyette. Tohumlardan yetişen fideler, fidanlar bile var. Bu fide ve fidanlar Karaburun Bilim Kongresi’nde bir araya da geldiler.
Kimlerden söz ediyorum?
Gıda toplulukları, komünler, kooperatifler, çiftçi sendikaları buluştular, konuştular. Ne yetiştireceklerine, nasıl yetiştireceklerine, ne kadar üreteceklerine, kimin için üreteceklerine ve nasıl dayanışmaları gerektiğine karar verme hakkını, yani “Gıda Egemenliği’ni” tartıştılar.
İşte bu topluluklar, sadece konuşmadılar. Çünkü onlar şu an konuştuklarını zaten bir yandan “eksik-fazla” uyguluyorlar. Konuşmalarında serzenişe pek yer vermediler. Deneylerini birbirlerine aktardılar; başka bir dünyayı ortaklaşa resmettiler Karaburun’da.
Onlar; Nazım’ın Abidin Dino’dan yapmasını istediği “mutluluğun resmini” birlikte çizmek için dünyayı tual, kendilerini renk yaparak, mutluluğun resmini çizmek üzere bir adım daha attılar.
Haydi kentli-kırlı elele, mutluluğun resminde omuzlar ve fikirler bir araya!