Eylül ayında Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin bir TV programında, “Bana sorarsanız bu sorunu tartışmaya evrensel olduğunu iddia ettiğimiz temel insan hakları metinlerini tartışarak bakmamız lazım. Nihayetinde LGBTİ gibi tartışmaların referans gösterildiği hep bu metinlere atıfla yapılıyor. Dolayısıyla belki onları tartışmaya açarak belki onları tekrardan yeni gelişmelere göre revize ederek tartışmaya başlayabiliriz. Bu konuda konuşacak çok fazla şey var. Bizi biz yapan değerler her neyse gelecek kuşaklara aksettirebilmek istiyoruz. Bu anlamda hem müfredatımızın içine hem de seçmeli derslerimizin içerisine ‘Türk Toplumunda Aile’ diye bir ders koyduk. Yeni müfredat çalışmalarımız içerisinde de bunlar bizim öncelik verdiğimiz konular” sözlerini paylaşmıştı.
Bakan bu sözleri ile ne yazık ki hem LGBTİ+’ları hem insanlığın yüzyıllardır biriktirdiği eşitlik, barış, özgürlük gibi değerleri temel alan belgeleri açıkça hedef almış, buna karşı geliştirdikleri politika olarak da “Türk Toplumunda Aile” dersini müfredata aldıklarını açıklamıştı.
Dersin içeriği, kim tarafından verileceği, kime yönelik olacağı o günlerde henüz belli değildi ama birkaç gün önce açıklandı.
Ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik hazırlanan ders içeriği toplam 72 saatten oluşuyor. Ortaokullardaki ders, “ailenin önemi”, “aile olmak”, “Türk aile yapısının tarihsel süreci”, “toplumsal değişim ve aile” olmak üzere 4 ünite içeriyor. Bu ünitelerde çocukların aile kurumunu, önemini, temel işlevlerini, ebeveynlik rollerini, sosyalleşme sürecinde ailenin rolünü öğrenmelerinin hedeflendiği belirtiliyor.
“Sağlıklı toplum yapısı için ailenin rolü üzerinde durulacak derslerde, aile kurmanın fıtrata uygun olduğuna değinilecek. İletişim, problem çözme, empati gibi becerilerin kazandırılmasında ailenin öneminin vurgulanacağı derslerde, toplumsal statü ve rol kavramları ile aile arasında ilişkiler kurulacak” deniyor.
“Aile kültüründeki bozulmaların toplumsal yapıyı olumsuz etkileyeceği” üzerinde de durulacağı belirtilen derslerde, “ailevi değerlerin gelişimine katkı sağlayacak örf, adet ve gelenekler de yer alacak” diye de ekleniyor. Derslerde ayrıca, öğrencilerin “ailenin bir araya gelmesini konu edinen doğum, ad koyma törenleri, düğün, iftar sofraları ve bayram kutlamaları” gibi olay ve durumların yer aldığı film, belgesel ve edebi eserleri araştırması da sağlanacakmış.
Türkiye uzunca bir süredir ailenin her zamankinden çok daha fazla kutsandığı bir dönemden geçiyor. Bunun en büyük sebebi iktidarın desteklediği bazı kesimlerin LGBTİ+lara yönelik nefreti. Bu kesimler LGBTİ+’ları toplum için bir tehdit olarak tanımlıyor ve nefreti gerekçelendirmenin yolunu aileyi kutsallaştırmada buluyor.
Aile kavramı her ne kadar tüm dünyada, bir yandan muhafazakâr kesimler tarafından, eşit, özgür, barış içerisinde bir yaşama karşı kutsallaştırılmaya devam ediliyor olsa da daha geniş kesimler tarafından çekirdek aile anlayışı çözülüyor, dönüştürülüyor.
“Ailenin Ölümü” adlı kitabından David Cooper, “Aile ideolojik koşullandırma aracıdır, her şeye kadir soyutlamadır, yöneticinin iktidar alanıdır, içinde yer alan insanların adlarını yitirme nedenidir. Kişiye aile içinde koşullanması sırasında verilen ilk ders, dünyada kendi başına var olamayacağıdır” der.
Anti psikiyatrinin mucidi sayılabilecek Cooper’ın, belki de çoğumuz için içten içe farklı şekillerde kutsallaştırdığımız aile ile ilgili söylediklerini kabul etmek kolay olmasa da onun haklılığını “o kutsanan ailelerde” şiddetin bin bir çeşidine maruz kalan çocuklardan, kadınlardan, çocukları -tıpkı devlet gibi- ailenin devamlılığını sağlayacak varlıklar olarak gören ve bunu dayatan tutumlardan, çocuğu aileye ait bir eşya olarak gören algıdan, kapitalist düzende sömüren sınıfın sömürüsünü devam ettirmenin bir aracı haline getirilmesinden ve insan haklarına aykırı pek çok kamusal politikadan anlayabiliriz.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde de belirtildiği gibi, kendisini gerçekleştirebileceği, mutlu, onurlu, saygın yaşayabileceği evler, aileler her bir çocuğun temel hakkı. Biz de bu yüzden yüzümüzü sadece iktidarlar tarafından kutsanan ve dayatılan değil mutlu insanlardan oluşan evlere, ailelere çevirmek, onları kurmak zorundayız.