İnşaat müteahhitleri iktidarın destekleriyle bugüne kadar büyüyüp serpilirken, halkın yuvalarını başlarına yıkıp yüksek kârlarla yurttaşı borçlandırarak yürütülen kentsel dönüşüm işlerini yaparlarken çok mutluydular. O günlerde çimentonun maliyeti o kadar da önemli değildi, nasılsa halkın sırtından yeterince kazanıyorlarken, çimentocular ve betoncularla tatlı kârları ceplerine indiriyorlardı. Ne zamana kadar? İnşaat işlerinde düşüş başlayana kadar!
İnşaat üzerinden büyüme hedefleyen AKP iktidarı kentleri, tarım arazilerini ve diğer doğal alanları imara açarak büyük bir inşaat rantı yarattı. Bu rant çimentocular, müteahhitler ve iktidar arasından paylaşılıyordu ve halen sürüyor. Ancak, bu yağma iktidarın kanatları altında dünyanın en çok kamu ihalesi alan şirketler unvanını kazanan, Limak, Cengiz, Rönesans, Kalyon, Kolin ve Mapa gibi sayıları 10’u 15’i geçmeyen şirketler tarafından sürdürülebiliyor.
Kanal İstanbul projesi ise bu şirketlerin iştahını diri tutarken, diğerleri ise alım gücü iyice sıfırlanan yurttaşların sırtından yürüttükleri yağma olanakları ise daralmış durumda. Tam da bu noktada çimentocularla anlaşmazlık ortaya çıkmakta. Bu yağma sürecinde demir ve çimento maliyetleri, satmakta zorlandıkları evler ve işyerleri üzerinde ciddi bir sorun haline geldi. Artık bankalarla kol kola girerek sürdürdükleri yağma süreci hem kredi maliyetlerinin artması açısından, hem de halkın kredi yoluyla borçlanarak ev alma hayallerinin son bulmuş olmasından dolayı tıkandı.
Çimentocular ise her durumda kazanmaya devam ediyor. Ürettikleri çimentonun büyük bölümünü Avrupa’ya ihraç ederlerken, Avrupalı çimento şirketleri üretimlerini Türkiye’ye taşıdıkları için ihracatta rahat olma olanağına sahipler. Müteahhitler çimentocuları ‘kartel’ olmakla suçlarlarken, tek haklı oldukları konu buydu! Geçtiğimiz gün inşaatları durduran müteahhitler bu eylemle çimentoculara geri adım attırabilirler mi? Bilinmez. Ancak bilinen tek şey çimentocuların her durumda kazanmaya devam edecek olma gerçeğidir.
Müteahhitlerin eylemine yönelik çimentocular maliyetlerimiz arttı derken, bu artışta enerji girdisini öne çıkarmakta. Kömür fiyatlarının yüksekliğini öne süren çimentocular bu noktada gerçek dışı iddialarda bulunuyor. Kendi açıklamalarında, son yıllarda sadece 901 bin ton atık lastiği yakarak büyük bir enerji girdisinden kurtulduklarını beyan ediyorlar. 901 bin ton lastiğin yarattığı çevre kirliliği bir yana çimento fabrikalarında organize sanayi bölgelerinin zehirli atık çamurları ile her türden atığı yaktıklarını kendi beyanlarında görmek mümkün. İktidarın önünü açtığı çöp ithalatından öncelikle çimentocular, termik santraller ve biyokütle santrallerinin yararlandığını ise belirtmek gerekiyor.
Uluslararası kartel yapılanması olan çimento şirketleri, Türkiye’deki çimento üretimini tamamen kontrol ediyorlar. TÇMB verilerine göre Türkiye’de 74 adet çimento ve öğütme işletmesi bulunuyor. Sektör yabancıların ya da yabancı ortakların kontrolü altında. Dünya çimento tekelleri arasında yer alan Fransız Vicat-Parficim, Taiwan Cement Corporation, Titan Çimento, HeidelbergCement, Votorantim Çimento, Fransız Lafarge gibi birçok şirket Türkiye’de üretim yapan hemen hemen her fabrikanın ya ortağı ya da sahibi onumunda.
Türkiye’de 2 çimento fabrikası olan Lafarge’nin Suriye’de IŞİD’e mali destek yaptığı geçtiğimiz günlerde resmi olarak açığa çıktı. Fransa’da, Lafarge’ye, “İnsanlığa karşı suça iştirak” suçlamasıyla soruşturma başlatıldığını da yazımıza ekleyelim.