Murat Çakır
Karl Marx 1848 ve sonrasında Fransa’daki gelişmeleri tahlil ederken kapitalist devletin siyasi biçim dönüşümü hakkında kısaca şu sonuçlara varmıştı: Parlamenter cumhuriyet, burjuvazinin farklı fraksiyonlarının birlikte egemen olabildikleri ve çıkarlarını karşılıklı olarak kollayabildikleri bir siyasi biçimdir. Bu siyasi biçim burjuva egemenliğinin etkin meşruiyetinin halkın iradesi olarak gösterilmesini olanaklı kılar. Sosyal reformist partilerin demokratik-cumhuriyetçi kurumlardaki temsil edilmesi durumunda ücretli emek ve sermaye arasındaki çelişki seçimler sonrasında zayıflar. O açıdan okura bugünü daha iyi anlayabilmek için Marx’ın “Louis Bonaparte’ın 18’inci Brumaire’i” adlı eserini tekrar okumayı salık vermek isteriz.
Ancak bugünün kapitalizmi 1800’lü yıllarınki gibi değildir – özellikle sermayenin siyasi üstyapıyı kontrolü açısından. Günümüzün tekelci kapitalizminde sermaye kendi egemenliğini güvence altına alabilmesi için, parlamenter sistemin yanı sıra bir dizi siyasi yapılanmaya da sahiptir. Örneğin Almanya’da büyük tekeller ve bankalar ellerindeki siyasi birlikler, düşünce kuruluşları, milletvekilleri veya bakanlıklara yerleştirdikleri lobicileriyle devleti kontrol altında tutabilmektedirler. Yani Lenin’le söylersek: “Sermaye adamlarıyla demokratik kurumları öylesine gasp etmiştir ki ne kişilerin ne kurumların ne de burjuva demokratik cumhuriyetinin partilerinin yer değiştirmesi bu iktidarı sarsabilir.”
Buradan hareketle günümüzün Almanya’sına baktığımızda, 2021 Federal Parlamento Seçimleri’nin toplumsal direnç mekanizmalarının demobilize edildiği koşullar altında sermaye egemenliğinin yeniden ayarının, sınıf ilişkilerinin tanziminin ve devlet politikalarının düzenlenmesinin sahnesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu seçimler aynı zamanda reformist Alman solunun, ki sadece Sol Parti’nin değil, sendikalar, girişimler ve barış hareketi dahil toplumsal muhalefet dinamiklerinin de belirli bir mutasyona uğradığını göstermiştir.
Her koşul altında iktidara ortak olmak isteyen Sol Parti’nin bu gelişmedeki rolü hiç küçümsenecek düzeyde değil. Bunda ise hiç kuşkusuz burjuva parlamenter sisteminin entegre edici etkisi belirleyicidir. Şöyle açıklayalım: Almanya’daki partilerin devlet bütçesinden devasa maddi destekler almaları, meclis gruplarını orta ölçekli ekonomik teşekküller hâline getirmektedir. Böylelikle Almanya’daki partiler federal ve eyaletler düzeyinde yasama, yargı ve yürütmede, idari aparatta, parlamentolarda, kamu teşekküllerinde ve yerel yönetimlerde yüzbinlerce makama sahip olabilmekte ve bir nevi kapitalist şirket gibi işlemektedirler. Oy oranları yardım bütçelerini belirlediğinden, siyasi etki mücadelesi seçmen piyasasından pay kapma rekabetine dönüşmektedir.
Tekelci kapitalizmin bu entegrasyon tuzağı öylesine rafinedir ki sistemi değiştirme ve sosyalizmi kurma iddiasıyla kurulan Sol Parti gibi formasyonların siyasi direnci yerini koşulları onaylamaya bırakmaktadır. Bunu Wolfgang Abendroth Alman sosyal demokrasisinin tarihini incelerken şöyle tanımlıyordu: “Meslek politikacıları ve parti hizmetlilerinin oluşturduğu ve giderek büyüyen bir sosyal katman ücretli emek karşısındaki entegrasyon ideolojisinin taşıyıcısı sıfatıyla kendi çıkarlarını kolluyor.”
Abendroth’un bu tespiti Sol Parti’nin mutasyonunu ve egemen politikaya eklemlenmesini çok iyi açıklıyor diyebiliriz. Sahiden de Sol Parti’nin seçim çalışmalarına baktığımızda, partinin zaten uzun zamandır çöpe attığı sistem sorusunun yokluğunun yanı sıra programatik barış politikalarını da terk ederek iktidar olma hevesini ifade ettiğini görebiliriz. Oy kaybetmelerine rağmen bu çizgiden hâlâ şaşmıyorlar. Dahası meclis grubunda Scholz hükümetinin 27 Şubat’ta parlamentoya sunduğu 100 milyarlık silahlanma özel fonuna onay verilmesi zar-zor engellenmişti.
Sol Parti 24-26 Haziran 2022’de Erfurt’ta parti kurultayını gerçekleştirecek. Kurultay sonuçları mutasyonun ne denli tamamlandığını ve nihâyetinde Sol Parti’nin de tarihin çöplüğüne gömülmeye aday olup olmadığını gösterecektir.