Bizim mahallemizin de her mahallede olduğu gibi bir “müzmin muhalifi” var. Kendisini yıllardır tanırım. Tekaüde ayrıldığı günden beri, yaklaşık on altı yıldır Recep Tayyip Erdoğan’ın amansız bir muhalifidir. Ünlü muhalif bir gazetenin baş mürettipliğinden tekaüd olmuştur.
Geçen gün tenha bir köşede ona rastladım. Ertafıma bakındım, şüpheli bir şahıs görmeyince, “vay sevgili Mustafa Kemal kardeşim” diye boynuna atılacaktım, beni iteledi. “Mustafa Kemal yok, benim adım Recep” dedi.
“Nasıl Recep” diye şaşkınlıkla sordum. “Basbayağı Recep dedi, Recep Tayyip gibi bir recep…”
Suratına baktım, şaka yapmıyordu, gözleri bir tuhaf bakıyordu.
“Basın bayramın mübarek olsun” diye berbat bir sesle konuştu. Cebinden bir gazete çıkarttı. Havuz medyasının en müptezellerinden biriydi. “Reis-i Cumhur hazretlerinin basın bayramı münasebetiyle irat ettiği nutku okudun mu?” diye sordu.
Kırk yıllık dostumun suratına dehşet içinde bakıyordum. Okudu: “Son 16 yılda ülkemiz genelinde hayata geçirilen reformlar, Türk basınının zenginleşmesine, daha demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşmasına vesile olmuştur…”
Son kelimeyi okuyup bitirdiğinde sol gözü kaymış, kaşları garip bir tikle oynamaya başlamıştı.
“Türk basını zengindir, demokrattır, özgürlükçüdür, çalışkandır, zekidir, ben basının çevik olanını severim, beni Türk basınına emanet edin, en büyük gazeteci Recep Tayyip’tir, baş muharririmizdir, o nederse o olur, babamızdır, gaipten haber verir, verdiği her haber hikakattir…”
Artık bütün vücudu cezbeye tutulmuş gibi kasılıp açılıyor, horon oynar gibi yerinde duramayıp zıp zıplıyordu.
“Mustafa İrecep, Kemal, Tayyip Erdoğan’ın neferleriyiz” diye bağırmaya başladı.
Elindeki gazeteyi delip, delikten kafasını çıkardı: “Benim adım Recep…”
Ben yerimde taş kesilmiş, bizim müzmin muhalif Mustafa Kemal Bey karşısında ne yapacağımı şaşırmış haldeyken, birden soyunmaya başladı. Göbeğini kaplayan bir Recep Tayyip dövmesi ortaya çıktı. Sonunda anadan üryan koşmaya başladı: “Durmak yok, yola devam, hepimiz Recebiz, öl de ölelim, anamızı alıp gidelim, bizi Fırat’ın doğusuna götür, hep beraber çimelim, Millet Bahçelerinde çayır çimen geze geze oy, oldum ben bir geveze, oğluna meyil verdim, darılma hanım teyze, vay ninem oyyyyy….”
O böyle anadan üryan, bağıra çağıra koşup köşeyi döndüğünde, kapı komşum, Müstecap Bey koluma girdi.
“Zavallı bugün basın bayramı ile ilgili Erdoğan’ın konuşmasını okuduktan sonra böyle oldu” dedi.
“Vah vah, delirmiş” diyecektim ki, “delirmedi evladım, dedi, akıllandı, karısı, çocukları evde, ‘oh çok şükür, babamız muhaliflikten vazgeçti de başımız dertten kurtuldu’ diye ‘basın bayramını’ neş’e içinde kutluyorlarmış…”
Erdoğan’ı yasaklamanın yolu
Bu garip olaydan sonra müzmin muhalifin “akıllı muvafık” haline gelişi üzerine bir hayli düşündüm.
Kafamda beş yüz mumluk bir AKP ampülü yanıverdi.
Dünyam aydınlandı.
Gerçekten de Erdoğan’a muhalefet ederek bu memleketin düze çıkma şansı yoktu. Saray önüne çıkanı ezip geçiyordu.
En iyisi…
En iyisi bizim müzmin muhalif gibi muhaliflikten vaz geçmekti.
O nedenle ilk iş olarak yazdığım bu yazının altına, her zamanki imzam yerine “Recep” ismini yazdım. Evet, “Recep” olmalıydım ve Recep gibi yazmalıydım.
Ve yazdım:
“Muhterem okurlarım, bugünden başlayarak Reis-i Cumhur Hazretlerine karşı her türlü muhalefeti lanetliyorum. Muhaliflik hastalıktır.
Bu hastalıktan kurtulmak için, eski bir muhalif köşebaz olarak benim tavsiyem şudur:
Bütün eski muhalifler, günün muayyen bir saati ve dakikasında, o anda bulundukları yer neresi olursa olsun, ister AVM’de, ister camide, ister belediyede ister kenefte, hep birlikte, avazları çıktığı kadar “Yaşa İrecep Tayyip Paşa yaşa, adın yazılacak mücevher taşa” İzmir Marşı’nın yeni düzenlenmiş halini okumalıdırlar. Mümkünse bu her gün, saat tam 9’u 5 geçe memleketin tümünde tekrarlanmalı, vatandaş İzmir Marşı’nın yeni düzenlenmiş halini okuyup bitirdikten sonra hazırola geçip, beş dakikalık saygı duruşunda bulunmalıdır.
Yerli yersiz, her yerde, dolmuşta, otobüste, metrobüste, metroda, trende, uçakta, içimizden biri, ansızın yerinden fırlamalı ve bir yerini yırtar gibi bağırmalı:
“Hepimiz ne şuyuz, ne buyuz; hepimiz Recebiz…”
O böyle bağırınca, istisnasız orada bulunan bütün vatandaşlar da hep bir ağızdan, “Babamızın adı Recep; oldun doğmamıza sebep” diye dua eder gibi mırıldanmalı.
Diyeceksiniz ki, kadınlar ne diyecek? Kolay. “Biberiye” der gibi onlar da “hepimiz Recebiyeyiz” diye bağıracaklar.
Böylece millet topyekun Recep ve Recebiye haline gelince, asıl Recep ne yapacak?
İşte asıl soru bu.
Hepimizi çok sevecek. Kimseyi hapse atmayacak, hiç birimizi dövmeyecek, hepimiz tıpkı Türk basını gibi “zenginleşeceğiz, çeşitleneceğiz, daha demokratik ve özgürlükçü bir yapıya kavuşacağız”.
Şimdi söyleyin lütfen: Sizce Erdoğan’ı devirmek için insan başını belaya mı sokmalı, yoksa tıpkı benim gibi Recep haline mi gelmeli?
Hangisi akıllıca?
Her neyse, size vaktiyle işittiğim bir hadiseyi anlatayım.
Vaktiyle Todor Jivkof döneminde, malum, Türklerin isimleri zorla değiştirilmeye başlanmıştı. Polis yakaladığı Türk’e “Sen asil bir Bulgarsın, adın İvan olsun” diyerek yeni bir kimlik veriyordu. Türkler ne edeceklerini şaşırmışlar, kimisi başkaldırmış, kodesi boylamış, kimisi ülkeden kaçmanın yollarını aramaya başlamıştı.
Derken sıra Roman kardeşlerimize gelmişti. Milis Roman’ı yakalayıp, sormuş: Adın ne? Roman “Rüstemdir be ya” deyince, “olmaaaaz, demiş Milis, sen bir Bulgarsın, Todor Jivkof yoldaş seni aslına döndürdü, söyle bakalım ne isim alacaksın?” Roman elindeki zurnayı bir üflemiş, ardından, “Adım Todor, Soyadım Jivkof olsun be ya, Allahtan daha ne isterim?”
Derken, Bulgaristan’da gırnatacı, darbukacı, zurnacı, davulcu, ne kadar Roman varsa hepsi aynı anda Bulgür Komünist Partisi başkanı ve devlet reisi Todor Jivkof’un ismini almış.
Alınca ne olmuş? Bakmışlar ki, durum fena, Bulgar devleti Todor Jivkof ismini almayı yasaklamış…
Eh işte. “Hepimiz Recepiz” dedikten sonra, bir de bakmışınız bizzat Recep, “Recep” ismini yasaklamış.
Söyleyin bana içinizdeki hangi muhalif Recep ismini yasaklayacak bir güce sahip?