Musa amcayı tanımış, onunla vakit geçirmiş olmayı büyük şans olarak görüyorum.
Musa Amca, zeki, inançlı, komik, kibar, kızdığında küfürbaz, dünyanın en tatlı en karmaşık ve en sıcak insanıydı.
Ben, Musa Amca deyince öncellikle onun ailesine olan özlemi ve iç burukluğunu hatırlıyorum.
Ailesinden, mücadelesi nedeniyle ayrı kalması bir yandan, onları koruma isteğini bir yandan, onlara karşı vicdan borcu hissini, en önemlisi de eşi Hale Hanım’a saygısını hatırlıyorum.
Musa Amca ile yakınlarım uzun bir süre Maltepe’de aynı apartmanda oturdular. Bu nedenle, ben de onunla uzun vakitler geçirme şansına sahip oldum.
Musa Amca’nın hemen hemen her gün ve gece misafirleri olurdu. Geceleri bir şişe konyağı hiçbir şey karıştırmadan sade olarak içmesini ve yaptığı güzel sohbetleri hiç unutmuyorum.
Geçmişteki anıları, yayımladığı dergileri, hapiste geçirdiği günleri tatlı tatlı anlatırdı. O konuşurken, herkes adeta hipnotize olmuş şekilde onu dinlerdi. O da zaten pek başkasının konuşmasına fırsat vermez, devamlı konuşurdu. Ama hiç sıkmazdı karşısındakileri… Zevkle dinletirdi…
Onun anahtarı bizde, bizim anahtarımız ondaydı; çat kapı gidilirdi evlere…
Bir akşam arkadaşımız Can bize gelecekti. Duygusal bir sorun yaşıyor ve bizimle dertleşmek istiyordu. Eve hep birlikte gelirken Can, “Ama ben Musa Amca’nın yanında anlatamam’ dedi. Biz de, ‘Eve girelim sessizce, ışıkları yakmadan konuşalım’, sonra Musa Amca’ya uğrarız ‘ dedik.
Sessizce eve girdik, ışıkları yakmadan oturduk ve arkadaşımızı dinlemeye başladık.
Tam biz konuşurken, kapı anahtar ile açıldı ve Musa Amca ışığı yaktı, ‘Çocuklar geldiniz mi?’ diyerek seslendi. Biz tabii şaşkınlık içinde, “Buradayız amca” dedik. Gülmeye başladı. “Yoksa siz benden gizli bir şey mi konuşuyorsunuz?” deyince, hep birlikte yakalanma duygumuz ile gülmeye başlayışımızı hiç unutmuyorum.
Musa Amca, politik olarak birbirinden farklı görüşlere sahip olsalar da, çok sayıda Kürt hayranı ve arkadaşı olan bir insandı. Tek “kırmızı çizgisi” vardı. Abdullah Öcalan ve PKK’ye laf söyletmezdi. “Benim yanımda konuşmayın, gerisine karışmam” derdi.
Bazen Öcalan ile telefonla görüşürlerdi. Hatta birine biz de şahit olmuştuk.
Çocuk gibi heyecanlandığını hatırlıyorum. Bir de Öcalan konusunda Feqi Hüseyin Sağnıç Amca ile çekişmeleri çok tatlıydı.
Musa Amca, “Öcalan beni çok seviyor ancak bu Feqi Hüseyin, en çok kendisini sevdiğini iddia ediyor” diye söylenirdi.
Musa Amca, katledildiğinde bir ilan vermiş ve “En çok seni sevdi Musa Amca” yazmıştım. Kimse nedenini bilmedi. İlk kez burada yazmış oldum.
O dönem, Özgür Gündem’de yazı yazan, gazeteyi dağıtan birçok insana kontrgerilla saldırıları yapılıyordu.
Musa Amca hepsi için acı çekiyordu.
Hüseyin Deniz için yazdığı, “Senin toprağını öpeyim Hüseyin” yazısı hepimizi çok etkilemişti.
Musa Amca, öldürülmeden kısa bir süre önce, bir etkinlik için Diyarbakır’a davet edilmişti. Herkes, ona “gitme” diyordu. Çünkü hepimiz korkuyorduk.
Diyarbakır’a gitmesinden bir hafta önce evinin önünde, gece arabalarla gelen şahıslar silah patlattılar, tehditler ederek gittiler. Hepimiz anlamıştık, bu bir uyarıydı.
Herkes çok endişeliydi.
Ancak o kararını değiştirmedi ve gitti.
Bu gidiş Musa Amca’nın katledilmesiyle sonuçlandı.
O zaman, Kürtler o kadar yalnız bırakıldılar ki, bugün “gazetecilik hakları” adına ortada olan hiçbir gazeteci, yanımızda değildi.
Musa Amca bir ekoldü…
Örneği olmayan ve olmayacak olan…
Sevgi dolu, her zaman delikanlı, heyecanlı, korkusuz, ölüme bile “kafa tutan” bir Apê Musa’ydı…
“Apê Mûsa Musa Anter 100 yaşında” adlı kitabından alıntı.