Mültecilik durumunun doğrudan cinsel istismar riskini artıran bir faktör olduğunu söyleyen KADAV gönüllüsü Özgül Kaptan, ‘Yapılması gereken istismarı önleyici politikaların hayata geçirilmesi için uğraşmaktır’ dedi
Urfa’daki Telhamut Mülteci Kampı ile tekrar gündeme gelen mülteci kadın ve çocukların maruz kaldıkları işkence ve kötü muameleyi, bu alanda çalışmalar yürüten Kadın Dayanışma Vakfı (KADAV) gönüllüsü Özgül Kaptan ile konuştuk. Geçim kaynaklarının eşit paylaşılmamasından doğan yoksulluk, savaş, şiddet ve afetler sonucu göç etmek zorunda kalanların sayısının 2017 sonu itibariyle 258 milyon olduğu bilgisini veren Kaptan, başka bir yerde yaşama yeniden tutunmaya çalışan bu insanların büyük bir bölümünü kadın ve çocukların oluşturduğunu söyledi. Göç etmek zorunda kalınması sonucunda ortaya çıkan tabloya ilişkin, “Mülteciler bir başka ülkenin sınırını aşmayı başarmışlarsa eğer; dilini, kültürünü, hukukunu bilmedikleri bir ülkede, bir hukuki statüye sahip olmak, barınmak, geçim kaynaklarına erişmek, çalışmak, sağlık ve eğitim hizmetleri gibi temel ihtiyaçlara sıfırdan erişmeye çalışıyor” diyen Kaptan, şöyle devam etti, “Yaşamaya tutunma çabasının üzerine; ayrımcılık, hor görülme, dışlanma ve yabancı düşmanlığı ekleniyor. Ucuz işgücü olarak kullanılmak ve fuhuşa sürüklenmeleri, ilk akla gelen sömürü biçimleridir. Ve tabii ki bu durumdan en çok etkilenenler; kadın, çocuk ve kendini ikili cinsiyet sistemi dışında tanımlayan bireyler oluyor.”
‘Kamplar çok sorunlu’
Kampların yıllardır sivil toplum örgütlerinin denetimine açık olmadığına vurgu yapan Kaptan, “Kamp yaşamı, özellikle kadınlar açısından ekstra sorunlar barındırıyor. Özel alanları kalmıyor, bir çeşit kamusal alanda olmaktan kaynaklı üzerlerindeki muhafazakar baskı artıyor. Sosyalleşme ve üretme olanaklarından yararlanamıyorlar. Taşıdıkları gündelik hayatın iş yükü kamplarda daha da ağırlaşıyor” dedi.
‘Evlilikler katmerli sömürü’
Mültecilik ve göçmenlik durumunun doğrudan cinsel istismar riskini artıran bir faktör olduğunu dile getiren Kaptan, bu durumu ortaya çıkaran nedenleri, şu şekilde sıralıyor; “Hak aramaya cesaret edemeyecekleri varsayımı var olan cezasız kalma ihtimaline ekleniyor ve bu durum potansiyel failleri otomatikman cesaretlendiriyor. Sınır dışı edilme, hak ararken başka ayrımcılıkla karşılaşma, dışlanma, damgalanma korkuları ve haklarını bilmeme nedenleriyle şiddeti açık edemeyecekleri bilgisi, bütün mülteci ve göçmen kadın ve çocuklar için en büyük risk kaynağıdır.” ‘Evlilik’ adı altında meşrulaştırılan çocuk ve ikinci eş olarak evlendirilmeye razı edilme durumunu ayrıca konuşmak gerektiğini dile getiren Kaptan, “Türkiye Cumhuriyeti yasalarına ve uluslararası sözleşmelere rağmen ‘kültüre saygı’ adı altında meşru kılıfa büründürülen bu evlilikler, aslında katmerli sömürüdür. Rızaları çeşitli kültürel araçlarla inşa edilerek veya zorla evlendirilen bu kadın ve çocuklar bize göre cinselliği ve emeği sömürülen insanlardır” dedi.
‘Önleyici politikalar şart’
Urfa’daki Telhamut Mülteci Kampı’nda mülteci kadınların fuhuşa zorlandıkları olaya ilişkin de Kaptan, “Yapılması gereken, cinsel istismara karşı önleyici politikaların hayata geçirilmesi için uğraşmak olmalıdır. Önleyici politikalar derken, her şeyden önce cinsel istismarın bir takım münferit sapkınların yaptıkları bir eylemden ibaret olmadığı gerçeğinin altının çizilmesi gerekiyor. Cinsel istismar da dahil cinsiyet temelli her türlü şiddet, cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanır ve sadece cezai yaptırımlarla önlenemez” dedi.
‘Kadınlar güçlenmeli’
Kaptan, verilmesi gereken mücadeleye ilişkin ise şunları söyledi: “Her şeyden önce, cinsiyet temelli her türlü şiddetle mücadelenin Türkiyeli, Afganlı, Suriyeli, Afrikalı, Avrasyalısı olmadığını, olamayacağını söylemek gerek. Şiddetin ana nedeni aynıdır. Sonuçlarıyla ilgili koruma önlemleri de aynı olmak durumundadır. Kadınların güçlenmesi dışında bir yol yok. Güçlenmeden kastımız, tabii ki sadece ekonomik değil. Bunun için de daha çok kadın dayanışması diyoruz.”
Necla Demir/İstanbul-MA