Türkiye’den on binlerce insan Avrupa ülkelerine gitmek için kaçakçı yollarına düşüyor. Yaşadıkları film sahnelerini aratmıyor: Afgan çeteler… Tacizler, işkenceler, fidyeler… İnsan kaçakçılarının insafına terk edilen mültecilerin hikâyesi
Rohat Emekçi
Türkiye’den on binlerce insan Avrupa ülkelerine gitmek için kaçakçı yollarına düşüyor. Yaşadıkları film sahnelerini aratmıyor: Polis kovalamacası sırasında uçuruma kırılan direksiyon, şans eseri hayatta kalan otuz insan ve sonrasında gerisin geri tel örgülerin öte tarafına atılma… Sonrasında da Afgan çetelerin pususu… Tacizler, işkenceler, fidyeler…
Siyasi nedenlerle Türkiye’den, kaçakçı şebekeleriyle Sırbistan’a, oradan Avusturya’ya, oradan da Almanya’ya giden bir kadının yolculuk hikâyesini okuyacaksınız… Yargı eliyle adeta göçe zorlanan, insan kaçakçılarının insafına terk edilen bir mültecinin hikâyesi…
Kan dondurucu bu hikâye, ne yazık ki Türkiye’de siyasi nedenlerle yargılanan, hapis cezası verilen ve bu yüzden göç yollarına zorlanan binlerce insanın da öyküsü…
Bir Kürt kadın anlatıyor
İşte kendi ağzından bir Kürt kadınının mültecilik yolculuğu: “Sırbistan’a vardıktan sonra şebekenin bulunduğu yere gittik. Hava çok kötü olduğu için gece 02.00’da yola çıkamadık, otelde bekledik. Pasaportlarımızı ve kimliklerimizi bizden almak istediler ama ben vermek istemedim, şebekeye aracı olan kişi yırtıp atmamı söylemişti, ben de yaktım.
“Yola çıktık, 15 saat durmadan koştuk, yürüdük, süründük ve sonunda Macaristan sınırına yaklaştık. Doblo tipi araçtan biraz daha büyük bir araca 30 kişi bindik. Üst üste oturuyorduk, araba ile normalde 3 saatte varacağımız yere 8 saat geçmesine rağmen varamadık. Nefes alamıyorduk, bacaklarımızı hissetmiyorduk artık. Şoför arabayı çok kötü kullanıyordu, aşırı hızlı ve dikkatsizdi. Araba sürekli devrilecekmiş gibiydi, bir o yana bir öbür yana savruluyorduk.
‘Kurtulmamız mucizeydi’
“Siren seslerini duydum, polis takip ediyordu bizi. Uçurumun kenarından geçiyorduk, şoför birden uçuruma doğru kırdı arabayı ve kendisi koltuktan dışarı atladı. Biz de uçurumun kenarındaki ağaçların, daha doğrusu çalı çırpının üstünde sallanır vaziyetteydik. Arabanın camları kırılmıştı. Korkuyla bekliyorduk, polisler gelip arabayı çektiler, bizi kurtardılar. O arabadan kurtulmamız mucizeydi. Bizi karakola götürdüler, bir gece nezarette kaldıktan sonra Sırbistan sınırına geri götürdüler. Sonraki beş denememizde arabaya yetişmeden, Sırbistan sınırları içinde yakalandık ve tel örgülerin öbür tarafına atıldık.
‘Dışarıda uyuduk’
“Pasaportumuz olmadığı için yaklaşık 1 ay boyunca dışarda, uyku tulumlarında uyuduk, ben ve bir arkadaşım. Beşinci denememizden sonra yakalanıp tellerin öbür tarafına bırakıldığımızda saat gece 02.00’dı. Rehberimiz eğer bu gece bir daha denersek geçebileceğimizi, polislerin olmayacağını söyledi. Herkes çok yorgundu, kimse tekrar denemeyi kabul etmedi, otele gidip dinlenmek istiyorlardı. Bizim zaten yatacak yerimiz de yoktu, çok yorgun olmamıza rağmen kabul ettik ve bizimle beraber 15 kişi daha gelmek istedi.
Gasp çeteleri
“Yola çıktık, daha tellere varmadan beş-altı kişi önümüzü kesti, ellerinde keleşler vardı. Afgan çetelerini daha önce duymuştum, telefonları, paraları alıp bizi bırakırlar, diye düşünüyorduk. Ben ilk günden beri paramı ayakkabının astarının altına saklıyordum. O yüzden parayı alamadılar. Herkesin telefonlarını ve paralarını aldılar. Bizi bırakırlar diye düşünürken, yürümemizi istediler. Gece 02.00’dan sanırım öğlene kadar yürüdük, hiç durmadan. Türkçe’yi iyi konuşuyorlardı, bizi nereye götüreceklerini sordum, bırakacağız sizi, korkmayın, size zarar vermeyeceğiz, diyorlardı.
Bebekli aileler
“Bizim grupta bebekli bir aile vardı ve iki kardeş. Onları bıraktılar, daha doğrusu bir çalılığın altında oturmalarını istediler; aileler burada kalsın, dediler. O sırada ben ve arkadaşım, biz de aileyiz, dedik, perişan haldeydik, belki bizim de orada kalmamıza izin verirler diye düşündük ama kabul etmediler. Grupta tek kadın ben kaldım ve sanırım 10 erkek vardı. Yürümeye devam ettik, tren raylarının kenarında yürümeye başladık. İzlediğim filmler geldi aklıma, arkadaşıma bizi şimdi bu rayların üstüne bağlayacaklar ve tren üstümüzden geçecek, dedim. Gerçekten o an öyle düşündüm. Ama öyle olmadı, yürümeye devam ettik. Kumlu yollardan geçtik, çamurlu tarlalardan, dikenli yerlerden, sonraki güne kadar hiç dinlenmeden yürüdük.
İki gün aralıksız yürüyüş
“Düşe kalka yürüyorduk, ikinci günümüzdü ve hiç durmamıştık. Suyumuz yoktu. Üstümdeki mont sırılsıklamdı. Ayakkabılarım çamura batıp çıkıyordu, her biri otuz kilo olmuştu sanki. Yürüyemiyordum artık. Dayanamadım ve nefes alamıyorum yürüyemem artık dedim. Ayaklarım şişmiş ayakkabıya sığmıyordu. Afganlardan biri bana doğru yaklaştı. Elini montuma attı, zinciri açmaya çalışırken başka bir Afgan ona tekme attı ve dövmeye başladı. O kadın, ona dokunman yasak, biz Müslümanız kötü şeyler yapmayız, dedi. Montuma dokunan Afgan, ‘Nefes alamıyor, zincirini açmaya çalışıyordum nefes alsın diye,’ dedi.
Kişi başı 5 bin Euro fidye
“O çamurlu tarlada herkes oturup dinlendi. Sonra yeniden yürüdük ve bir ormana girdik. Ormanın içinde çok fazla çadır ve sanırım gidip gelenler, gördüklerimiz dahil en az 100 kişiydiler, hepsi keleşli. Bizi çadırlara aldılar. Karşılıklı iki çadıra. Bir çadırda Kürtler, birinde Araplar kalsın, dediler. Birkaç saat sonra yemek ve su getirdiler. Bu gece burada dinlenin, dediler. İki rehberimiz vardı, gece boyunca ikisini dövdüler. O çığlıkları hala duyar gibiyim. Sabah bize dediler ki ‘Sizin bir suçunuz yok, misafirsiniz. Ama bizim yolumuzdan geçmeye çalıştınız. O yüzden şebekeniz bize kişi başı 5 bin Euro gönderecek, biz de sizi bırakacağız.’”
Ailelerine dövüldüklerini izlettiler
“Şebeke ile görüşmüşler ancak fidyeyi kabul etmemişler. Sonraki gün bize artık yemek ve su vermeyeceklerini, para gelmeden bizi bırakmayacaklarını söylediler. Herkes ailesini arasın, aileniz göndersin, dediler. Araplardan istemediler ve onları dövmediler. Beş Kürt erkek vardı, hepsini öyle kötü dövdüler ki sopalar kırılıyordu vücutlarında. Benim dışımdaki herkes ailesini aradı, para istedi. Afganlar görüntülü arayıp dövüldüklerini gösteriyor, parayı göndermezseniz her gün bir yerlerini, en son kafalarını keseriz, diyorlardı. Hafta sonu olduğu için kimse para gönderemedi. Ve sırayla dayak yediler. Ben de Almanya’daki bir arkadaşımı aradım, durumu anlattım, şebekeye aracı olan kişiye parayı önceden göndermiştik, git onu bul, paramızı al, Afganlara gönder, dedim. Öyle de yaptı. O şahsı yakalayıp parayı Afganlara gönderdiler. Beşinci günde bizi serbest bıraktılar.
Yedinci denemede Avusturya’ya
“Herkesin yüzü gözü dağılmış bir şekilde. Kimsede beş kuruş yok. Bizi yine saatlerce yürütüp bir yolda bıraktılar. İlerleyin, taksileri çağırdık, ilerde sizi bekliyorlar, sizi istediğiniz yere götürecekler, dediler. Yürüyoruz ne taksi var ne insan. En son bir taksi bulduk. Taksici para almadan götürmeyeceğini söylüyor. Bendeki paraları çıkardım, verdim. Birkaç taksi daha çağırdı, hepimiz bindik, Suriyelilerin kaldığı bir harabeye gittik. Bizimle beraber olan üç Kürt Türkiye’ye geri döndü. Biz yola devam ettik ve sonunda yedinci denemede Avusturya’ya vardık.
‘Türkiye’ye teslim ederiz’
“Avusturya’da bizi ormanın içinde bıraktılar. 20 kişiydik yanlış hatırlamıyorsam. Üstümüz başımız leş gibi. Çantada yeni elbiselerimiz vardı, giydik. Tam trene doğru gidecekken polisler geldi, hepimizi alıp karakola götürdüler. Ben ısrarla Avusturya’da kalmak istemediğimi, Almanya’ya gitmek istediğimi söylememe rağmen tehdit ettiler, burada iltica etmezseniz seni Türkiye’ye göndeririz, dediler. Korktum mecburen iltica ettim. Benimle beraber yakalanan herkesi otobüsle kampa götürdüler. Bana bir tren bileti verdiler, kampın adresini yazdılar veya üç gün içinde gider kampa teslim olursun ya da Almanya’ya gidersin. Ben de Almanya’ya gittim.”
YARIN: Batıda hayal kırıklığı