Fonda nakaratı “Güle güle sana, yolun açık olsun, güle güle sana seni Tanrım korusun” olan şarkının müziği: Sanki hiç istenmeyen, katlanılması güç bir ayrılığın hüznü içimize işliyor… Sonra görüntüler ve sesler: Nasıl kibar, nasıl yumuşak insanlar… Hepsi nasıl bir medeniyet numunesi. Sıra sıra dizilmiş, zapt etmekte güçlük çektikleri heyecanlarıyla, nasıl terbiyeliler. Başkaları için bilet alıyorlar: “Sığınmacı göndermek için bilet almak istiyorum”. Biletçi, Zafer Partisi’nin “Gençlik Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Avukat Sevdagül Tunçer.” Nasıl müşfik, nasıl yumuşak soruyor: “Kaç sığınmacı göndermek istiyorsunuz?” Yanıt: “Üç.” Karşılığında saklanamayan bir sevinç: “Tammam!” Sonra kadınlar ve erkekler sökün ediyor: “Ben Ahmet Hamo’yu göndermek istiyorum…” Ah ne güzel. “İlk seferin bir numaralı koltuğunu aldınız şu an!” Herkes nasıl kibar, nasıl tatlılar. Nasıl birbirlerini kolluyorlar ve göndermek istediklerini…
Düşünsenize, mesela Almanya’da olduğunuzu ve insanlar, yağmur, soğuk demeden Batı medeniyetinin bütün “zarafetiyle” sabahın köründe sıralara girmişler. Birbirleriyle yarışıyorlar biletinizi almak için. Komşunuz adınızı sesleniyor: “Ich möchte ein Ticket kaufen, um Mehmet Türk zu schicken.” [Bilet almak istiyorum, Mehmet Türk’ü göndermek için]. Bir “gaz odası” medeniyeti hayranlığı kaplamaz mıydı içinizi?
Bunlar, bir siyasi partinin, Zafer Partisi’nin, seçim klibinden anlık yansımalar ve bu yansımaların ima ettikleri… Zafer Partisi’nin seçim kampanyası böyle başladı işte. Şimdilik, ana akım anketlerde yüzde 1-2 arasında gözüküyor diye hafife almak gerekmez. Bu klip sosyal medyada görüneli 2 gün oldu ve şimdiden 1,1 milyon kez izlendi.
Olan bitenin tuhaflığını irdeleyebilmek için “oksimoron” sözcüğünü aklımızda tutmakta yarar var. Ne yazık ki kolayca akılda kalan, tek kelimelik anlamlı bir Türkçe karşılığı henüz olmayan bu kavram çelişik, birbirinin tam karşıtı anlamlara sahip iki kavramın aynı bağlamda kullanılmasını anlatıyor. Örneğin “kuru su”, “sıcak kar” böylesi oksimoron ifadeler.
Düşünülüp taşınılmış, gerçeklerin irdelenmesi ve derinlemesine tahlili üzerine kurulmuş anlatılar ve deklarasyonlar siyasal atmosferde bir kulaktan girip öbür kulaktan çıkarken, her bir anı, görüntüsü, kurgusu, söylemi bir oksimoron olan bir video klibin iliştirildiği twitin iki günde 3,2 milyon kişinin gündemine girmesine, klibin 1,1 milyon kişi tarafından görüntülenmesine mim koymamak olmaz.
Bir bölümü burada doğmuş, kadın erkek çoluk çocuk en az üç milyon insanı iç hukuku, uluslararası hukuku, ulusal üstü hukuku hiçe sayarak neredeyse on yıldır yaşadıkları ülkeden kovmayı başlıca hedefi kılmış bir siyasal hareket düşünün, başlıca sloganı “Bir yıl içinde bir tek sığınmacı kalmayacak” olsun ama bu insanlık dışı amacını toplumun ortak hafızasındaki acıklı bir veda şarkısının sözü ve müziğine sarabilsin.
Bir siyasal hareket düşünün, devletin ve hükümetin milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesine sebep olduğu iç ve uluslararası siyasetlerine tek söz etmemiş, yayılmacılık ve savaşı besleyen politikalarla sarmaş dolaş yaşamış olsun ama savaşı değil savaşın kaçınılmaz sonucu olarak yerinden yurdundan edilmiş insanları ülkeden kovmayı bir “asil jest” olarak sunabilsin.
Bir siyasal hareket düşünün, hakikatte ancak zor, şiddet ve kıyam ile gerçekleştirilebilecek ve tarihte başka türlü olduğu da görülmemiş, bütün örneklerinde maruz kalanların kıyam edilmesiyle sonuçlanmış bir kitlesel tehcir programına dahil olmayı, hedef gösterilenlere yapılacak bir “iyilik”, yapmak için birbirimizle yarışacağımız bir “hayır” işi olarak öyküleştirebilsin…
Aslı istenirse, müeyyidesi olmamakla birlikte “nefret söylemi”nin TCK 122 dolayısıyla kovuşturma konusu olabileceği hukuksal sınırlar içinde saf bir pogrom [kıtal] stratejisi sunmak Zafer Partisi için bile hala fazla cüretkâr olabilirdi ama, bu tehcir stratejisinin kendisi oksimoron olan bir kampanyayla sunulmasının tek nedeni kanundan kaçmak, ve bir “gri alan”a saklanmak olarak görülmemeli.
Bu kampanya ancak bir oksimoron olarak formüle edilebilirse, şimdi MHP, AKP, İYİ Parti ve hatta CHP’nin nispeten okumuş yazmış, modern bir ambalaja sarılmadıkça hiçbir şeye tenezzüle etmeyecek, en kıyıcı stratejilerin bile estetize edilmesini talep eden şehirli, cehaleti eğitimiyle doğru orantılı, istikrarsızlık karşısında kırılgan kesimlerini saran “mülteci karşıtlığı”na da tercüman olabilirdi.
Özdağ’ın twitlerine ve dolaşıma soktuğu video klibe teveccüh gösterenlerin hepsinin ona seçimde oy vermesi söz konusu olmasa da, “bir tek mülteci kalmayacak” hedefinin TBMM’de HDP ve TİP dışındaki partilerin seçmenleri ve milletvekilleri arasında hatırı sayılır bir karşılığı olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. CHP’nin Ümit Özdağ’ı Tanju Özcan’ın “Bolu Beyliği”ndeki “mülteci ve göçmen düşmanı” icraatının partisince hiçbir yaptırıma tabi tutulmamış olmasının onun kabaca dillendirdiği hedeflerin partisi tarafından daha dolambaçlı bir biçimde benimsenmesiyle ilgili olmadığı söylenebilir mi?
Doğrusu, Türk devletçiliğinin tarihsel hafızasına içkin olan “nüfus mühendisliği” bu devletin olduğu şekliyle “bekası” programına sadık bütün partilerin alet kutusundaki müstesna yerini hep koruya geldi. Şimdi kendisini “Suriyeli mülteci” mesesi olarak dışa vuran konu, Osmanlı Devleti’nden arta kalan topraklar üzerinde “millet inşası” hedefinin Cumhuriyet seçkinlerinin “yukarıdan aşağı” uluslaşma stratejisiyle çözümsüzleştirdikleri Kürt Sorunu’nun, “dört parça”da kendisini tekrarıyla doğrudan ilgili.
Türkiye, “mülteci meselesi” suretinde kuzeyde çözülemeyen Kürt Sorunu’nu “sınır bölgeleri”ni Kürtsüzleştirerek “zapt etmek” üzere Irak ve Suriye’nin egemenlik alanlarına göz dikmenin kaçınılmaz sonuçlarıyla yüzleşiyor.
Değişen Orta Doğu dengelerinin yol açtığı bölgesel rekabetlerin çizdiği somut çerçeve içinde, muhalefetin Zafer Partisi’nin “oksimoron”unun büyüsüne kapılarak varacağı yerin de, “iktidar bloku”nunkinden daha parlak olamayacağı, yalnızca gerçek çözümü daha da zorlaştıracağı, altılı masanın hiçbir partisinin “çözüm” için topluma tehcirden başka bir vaadinin olmayışından kolayca görülebilir.
O nedenle demokratik muhalefetin faşizme, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, göçmen karşıtlığına sunacağı gerçek seçenek, görünenle ve retorikle yetinemez. Temelde yatan gerçek nedene Kürt Sorunu’na ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan savaşa son vermeyi hedeflemeyen hiçbir politika ne “mülteci sorunu”na sahici bir çözüm sunabilir, ne de faşizm ve otoriterliğin yapısal nedenlerini ortadan kaldırabilir.
Bu koşullarda bir oksimoronun geniş muhalefet kesimlerinin ruhiyatına tercüman olması, onun becerisinden çok muhalefetin kafa karışıklığıyla yakından ilgilidir.