‘Her gün ve her şey için 7 saat boyunca sıraya girmemiz gerekiyordu. Kamptaki çocukların oyun alanı hiç yoktu. En büyük eğlenceleri yılanlar, böcekler, akrepler ve sıçanlardı. Şunu da belirteyim sosyal ev, işsizlik parası vs vermesi Avrupa’yı iyi yapmıyor, aksine ucuz köleyiz onlar için’
Rohat Emekçi
Yunanistan’da bir yıl mülteci kampında kalan bir mültecinin söylediği şu söz, aslında olayı özetliyordu: “Türkiye’de bir hapishane kaygısından kaçarken şimdi (kampta) tamamen hapishanedeyim gibi hissediyorum.”
Mülteci olunca, Avrupa ülkesi de olsa, temel insan hak ve özgürlüklerinden bahsedilemiyor. İnsanlar kamplarda alıkonuluyor ama hijyenik bir ortam, beslenme ve sağlık hizmetlerine ulaşım imkânı sunulmuyor, kendini güvende hissetmiyor.
Hatta hapishaneden farksız olan bu kamplara dahi getirilmeden, hayatları riske atılarak deport edilenler var: İnsanlar zorla botlara bindirilip sınır dışı ediliyor, kimisi boğularak can veriyor. İnsanların siyasi nedenlerle maruz kaldıkları hapis cezaları, adeta başka bir devlet eliyle infaz ediliyor.
Biri Meriç yolculuğu, diğeri kamp sürecini anlatan, iki farklı kişinin mülteci hikayelerini okuyacaksınız:
‘Meriç karanlık…’
“Meriç’e doğru yola çıktık. Saat 22:00 gibi bir botun önünde durduk. Bot biraz kalitesizdi. Hazırlıksız gelmiş olduk. Çok kalitesiz bir bottu. Acele ettiriyorlardı. Meriç karanlık ama geriye bakıyorsunuz daha karanlık.
Botla Yunanistan’a geçtik. Bizi deport denilen bölgeye götürdüler. Tek katlı bir bina, her yerde elbiseler var, çöplük gibi bir yer. Deport denilen yer cezaevini andırıyor, sizi nezarethaneye atıyorlar, nezarethaneye girmeden çıplak aramadan geçiriyorlar; onur kırıcı bir davranışlarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Nezarethaneden akşama doğru çıkardılar, dışarda bizi bekleyen iki komutan ve yüzleri maskeli olan insanlar bizi bir araca bindirmeye çalıştılar, önce direndik ama zorla bizi araca koydular.
Bota bindirip geri gönderdiler
“Ardından Meriç Nehri’ne getirdiler. Getirdikleri yerde çok fazla mülteci vardı, yüzleri maskeli olan insanlar ellerindeki sopalarla mültecilere vuruyordu ve çırılçıplak soyup paralarına, eşyalarına el koyuyordu, hamile olan kadınlar, çocuklar ve alabildiğine dayak atıyorlar. Bizi bota bindirdiler Türkiye tarafına geçirmek için fakat Meriç’te su çok fazla yüksekti.
Tarifi imkânsız bir korku yaşadık. Bot hareket etti. Korktuğumuz başımıza geldi. Suyun yükselmesiyle bindiğimiz bot devrildi, suya düştük. Boğulma tehlikesi geçirenler, yardım isteyenler; sesler hala kulağımda, hepimiz boğulma tehlikesi geçiriyorduk. Suda kaybolanlar çok oldu, suya atılanların çoğu yüzme bilmiyordu ve maalesef bizden önce bota bindirilenlerden 2 kişi boğularak yaşamını yitirmişti.
Kamplarda intiharlar
“Ben suyun üstüne çıkmayı başardım. Seslerin olduğu tarafa da gitmeye çalıştım. Suyun üzerindesiniz fakat hala bir şey göremiyorsunuz. Gözlerinizi açamıyorsunuz. Zaten karanlık bir ortam. İnsanların sesleri değil de hareketlerinin seslerini duyuyorsunuz. Çırpınış seslerini duyuyorsunuz. Seslere doğru yöneldim. Onları takip ettim, birazcık yüzdüm ve çalılıklara tutundum, öyle kurtuldum. İkinci denememde Yunanistan’a geçtim. Zorlu geçen kamp süreci, kapalı bir cezaevinden farksızdı. Kampta intiharlar yaşanıyordu, kadınlar tacize uğruyordu; özellikle kadınlar için yaşanan süreçler çok ağırdı. Bir yıl boyunca bu kampta kaldım. Sonra Almanya’ya geçtim. Anlatılacak öyle çok şey var ki, tüm yaşadıklarımı anlatmak için bir kitap yazmak istiyorum.”
Bir başka mülteci anlatıyor…
“Kampın genelinde çöp ve lağım kokusu hakimdi. Yüzlerce kişi tek bir duşu kullanmaya zorlanıyorduk ve insan dışkısının kokusunu sürekli alıyorduk. İnsanların otobüse bindikleri durağın altından açık kanalizasyon geçiyor ve yağmurlu havalarda pislik kanalizasyondan taşıyordu. Mülteciler otobüse binmek için lağımlı suya basmak zorunda kalıyorlardı.
‘Yedi saat sıra bekliyorduk’
“Beklememiz hayatlarımızı köreltiyordu artık. Bu şartlar altında yaşamak, yaşama sevincimi elimden almıştı. Hayallerim ve geleceğim için düşünmekten çok uzaktım artık. Moria kampına gideceğimi bilseydim kesinlikle gelmezdim kampa çünkü hepimiz acı çekiyorduk. Günün her yemek saatinde, yapılacak resmi işlemlerde, her şey için, sıraya giriyorduk. Duşlar için, tuvaletleri kullanmak, yiyecek almak için, her gün 7 saat boyunca sıraya girmemiz gerekiyordu.
‘Çocuklar akreplerle oynuyordu’
“Kampın kapasitesi ise her geçen gün artıyordu, 5 katına kadar çıktı. Konaklama ve yer bulma sorunları oluşuyordu artık. Birçok kişi dışarıda, toprak üzerinde yatarken, birçok kişi de üst üste 3 konteynerlik bir ortamda kalabalık halde kalıyordu ve çocuklar çok fazlaydı, hala gözlerimin önünde oynadıkları oyunlar… Kamptaki çocukların oyun alanı hiç yoktu. En büyük eğlenceleri yılanlar, böcekler, akrepler ve sıçanlardı.
‘Hapishanede hissettik’
“Ben bir keresinde Araplarla kavga ettim. Kavga boyunca kimse ayırmadı ve ardından polise şikâyet ettiğimde bana ‘Uslu dursaydın,’ diyerek başlarından savdılar.
“Tabi birçok mülteci gibi ben de Avrupa kıyılarına varmayı, Avrupa’da bir yaşam gibi düşünürken, durum çok da düşündüğüm gibi olmadı. Kamp şartları geliştirilmediği için ortaya hapishane gibi bir ortam çıkıyor. Yani işin özü Türkiye’de bir hapishane kaygısından kaçarken şimdi tamamen hapishanedeyim gibi hissediyorum. Yunanistan’da bir yıl kamp deneyimimden sonra geldiğim Fransa’da ise açık hapishaneyi yaşıyorum, büyük ülkelerin mülteci politikası tamamen yıldırma politikası…
“Şunu da belirteyim sosyal ev, işsizlik parası vs vermesi Avrupa’yı iyi bir yer yapmıyor, aksine ucuz köleyiz onlar için, vasıfsız ucuz iş gücüyüz.”
BİRİNCİ BÖLÜM: https://yeniyasamgazetesi6.com/multeci-yollari-1-taciz-iskence-fidye/
İKİNCİ BÖLÜM: https://yeniyasamgazetesi6.com/multeci-yollari-2-batinin-demokrasisi-kendine/
YARIN: Kamp kamp eziyet