Mülkiyet hakkı günümüzde insanlar tarafından liberal ve kapital anlayış içerisinde koruma altına alınan bir hak gibi durmaktadır; komünal yaşamın çok dışında, kapital sisteme entegre olmak ve tüketmenin bir parçası olarak anlam taşımaktadır
Yasemin Soydan
Bu yazıda mülkiyet hakkının insan hayatındaki derin ve kalıcı etkisini “ev” kavramını açarak anlatmaya çalışacağım. Bu sebeple evin ekonomi ile ilişkisinin etimolojik kökenine ve tarihsel sürecine inerek konuya giriş yapmak isterim.
Ekonomi, Antikçağ Helen-Grek uygarlığı dönemine ait bir kavramdır. Yunanca anlamı aile yasası, ev yasası, evi geçindirme kuralları olarak geçer ve dolayısıyla ev ile bağlantısı büyük bir kavramdır. Eko ve nomos kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Tarih içinde bu kavramlar ev yasası, kadının yaptığı işler, kadına ait işler olarak geçmektedir. Eko evi aktarır; kelimenin zihinlerde ilk oluşum süreçleri de kadının ev düzenini yönettiği doğal toplum süreçlerine işaret eder. Yani annenin doğurduğu çocukların, onunla birlikte yaşayan diğer fertlerin, gittikçe kalabalıklaşmaya giden ve toplumun doğal şekilde oluşmasının süreçlerine götürmektedir. İnsanların soyut düşünceye geçişten sonraki en kalıcı yaratımlarından biridir. “Uzun süre” birlikte yaşamanın doğal/zorunlu olarak oluşmasıyla ve soyut düşüncenin oluşmasıyla birlikte duyguların-değerlerin yaratıldığı ve bu duyguların-değerlerin mekanla, mekân içerisindeki kişilerle birleştiği süreçtir. Ev kavramı bir mülkiyetten öte, bulunduğu yerin binlerce yıllık birikimini taşır.
Yani ev, yurt, kültürün; kişiliğimizi etkileyecek kadar büyük bir önemi vardır. Alaattin Şenel Kemirgenlerden Sömürgenlere kitabında kültürel birikimi şu şekilde açıklar; “…Gökten bir sabun köpüğü içinde ya da ışınlanmış biçimde inmediğimizi, nasıl doğup nasıl büyüdüğümüzü biliriz… Az az farklılıklar, kuşaklar boyu birike birike, büyük değişiklikler yaratmıştır… Bir toplumun içine çıplak dalış yaparız. Toplum içinde yaşarız. O toplumdan hazır birçok davranışı ve düşünüşü kaparız. O toplum da onların birçoğunu kendilerinden önceki kuşaklardan almıştır. Demek ki kültürel varlığımızın pek azını kendimiz yaratmışızdır. Pek çoğunu insan türünün “kültürel evrim” birikiminden almışızdır…”
Tarihsel süreçte ev alanı ile oluşturduğumuz bu birikimlerin hepsi liberal sistem içerisinde mülkiyet hakkı olarak tanımlanmaktadır. Mülkiyet hakkı günümüzde insanlar tarafından liberal ve kapital anlayış içerisinde koruma altına alınan bir hak gibi durmaktadır; komünal yaşamın çok dışında, kapital sisteme entegre olmak ve tüketmenin bir parçası olarak anlam taşımaktadır. Bilgi kalabalıkları ve günümüzde iktidarın ve gruplarının bizi derinden sarstığı noktalar asıl olarak bunlardır. Çünkü mülkiyet; barınmadan, bir taşınmaza sahip olmaktan öte tarihsel tüm birikimlerimizin içinde taşındığı alandır ve bu bir insanın sahip olabileceği en hayati haklardan biridir.
Mülkiyet hakkı her şeyden önce bir temel haktır. Temel haklar ve özgürlükler; pozitif hukuk düzeni tarafından tanınmış ve güvence altına alınmış insan haklarıdır. Bu hakkın öznesi ancak ve ancak mülkiyetin hak sahibidir çünkü bu insanların, gerçek kişilerin korunan haklarıdır. Devlet tüzel kişiliğinin hukuk sistemi içerisinde bu hakkın öznesi olması mümkün değildir.
Yakın tarihte bunun çok aksi olan devlet pratikleri olmuştur. Hasankeyf bu pratiklerden biridir. Hasankeyf MÖ üç binlerden kalabilmiş, tarihsel birikimi çok güçlü bir yerdi. Böyle bir birikim Ilısu Barajı’nın oluşturulması gerekçesiyle “Hasankeyf Antik Kentinin Güçlendirilmesi” adı altında patlatılıp sular altında bırakılmıştır.
Tarihi Sur içi yerleşmesi de diğer bir örnektir. Burada 2015 yılı Eylül ayı sonunda sokağa çıkma yasakları başlamış ve operasyonların bitmesinden sonrasında “Acele Kamulaştırma” kapsamına alınmış, yurttaşların mülklerine el konulmuştur, bu yetkiyle de tamamı yıkılmıştır.
Yine köy boşaltılmaları, doğal afetler, güvenlik güçlerinin müdahalesi gibi nedenler altında insanların mülkiyet hakları hukukun hiç izin vermediği halde birçok yıkıma maruz bırakılmıştır. İşte bu yıkımların tamamının hukukta müdahale gerekçesi “mülkiyet hakkına müdahale” olmuştur. Kültürel ve tarihsel birikimleri içinde barındıran mülkiyet hakkı devletin sığdırdığı gerekçelerle yıkmaya yeterli olmayacak kadar içeriği dolu bir haktır. Ulusal ve uluslararası normlarla koruma altına alınan mülkiyet hakkının insan hakları hukukunda korunan değeri beton bir yapıdan çok daha ötesi, milattan öncesinden günümüze gelen birikimlerimizin içerisinde toplandığı bir haktır. Bu hak devletin hem koruması hem saygı duyması gereken bir hakken, öznesi yerine söz kurulan ve yıkımın yaratıldığı alanlar olmuştur.
Mülkiyet hakkının içeriği bir taşınmaz kaydından çok daha ötesidir. Burada anlatmak istediğim hukuk normlarınca koruma altına alınan hakların kapsamının ne kadar geniş olduğunun ve müdahalenin de bu nedenle ne kadar yıkıcı olacağının kavranılmasını sağlamaktır. Demokratik toplumun hukukunun ancak normların insanlar için getirildiği ve tüm bu değerleri de kapsamına alacak şekilde hakların tanımlandığı ve yine insan haklarının hakikati çarpıtılmış kavramlar ile değil yaşadığı her şeyi içinde barındıran anlamıyla yapılması ile oluşacağını bilmek gerekir.
*Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Üyesi