259 muhtar gözaltına alındı.
Hepsi Kürt.
Demek ki Demirtaş ve Yüksekdağ’la başlayan tasfiye, muhtarlara kadar indi. HDP’den başlayan tasfiyenin Amedspor’a kadar uzandığı gibi. Böylece siyasi soykırım sosyal soykırıma dönüştü.
Muhtar, temsili demokrasinin en küçük yerleşim yerindeki halk temsilcisidir. Seçmenlerin büyük çoğunluğu kendisini TBMM’de temsil eden vekillerin yüzünü bile görmemiştir. Belediye eşbaşkanlarının elini bile sıkmamıştır.
Ama mahallesindeki ve köyündeki muhtarla her gün yüz yüzedir. Muhtar onların içinden çıkmıştır. Kürt gerçekliğinde bu muhtar mahallesinde ve köyünde yaşayanların akrabasıdır, hısmıdır, kiminin babası ya da annesidir, kiminin amcası, teyzesidir, kiminin oğlu ya da kızıdır, kiminin gelini ya da damadıdır.
Muhtar’ın evini bastığın gün, Kürdün “harim-i ismetine” girmiş oldun.
HDP’yi basıp, eşbaşkanları, Demirtaş’ı, Yüksekdağ’ı, vekilleri, Belediye eşbaşkanlarını göz altına aldığında, bu baskın mahallede ve köyde medyadan duyulan bir haber olur. 6-7 milyon seçmen, baskının şahidi olmaz, onların çoluğu çocuğu ile birlikte 15 milyon Kürt haberi alınca öfkelenir. Bu siyasi bir öfkedir.
Muhtar’ın evini bastığında, onu seçen tüm seçmenler, tüm mahalle ve köy halkı baskını gözleriyle görür, muhtar evinden yükselen feryadı kulaklarıyla işitir. Kimisi yetmişini aşmış, kimisi sakalına ak düşmüş, kimisi tülbenti başından alınmış muhtara ters kelepçe taktığında mahalleden, köyden zılgıtlar yükselir.
Bu öfke “namus öfkesidir.”
Devlet Kürdün mukaddes saydığı evine girmiştir. Hiç kimsenin kapı aralığından bile bakmayı aklının ucundan geçirmediği yatak odasını postallarıyla çiğnemiştir.
Parti işi olmaktan çıkmıştır.
Seçme, seçilme hakkına sahip çıkma iradesi, namusuna sahip çıkma iradesine dönüşmüştür.
Geçen seçimlerde AKP’ye ya da Hüdapar’a oy veren Kürt yalnız vicdanıyla değil, namusuyla başbaşa kalmıştır. Çıkarları yüzünden, belki hasetten vicdanlarını karartanlar, AKP’nin eli namusa uzanınca gaflet uykusundan uyanmıştır.
Zorbalık siyasetten spora yayılınca nasıl “ne sağcıyım, ne solcu, futbolcuyum futbolcu” diye siyasi mücadeleye yabancı kalmış Amedspor taraftarı, Sakarya’dan dönen topçuları “Amedspor halktır, halk burada” diye karşıladığında, siyasi mücadelenin tam göbeğinde yerini aldıysa, muhtar soykırımına tanık olan “muhtarın muhalifi” Kürt de zorbalara karşı “Kürtlük namusuna” sahip çıkmıştır.
Böylece yerel seçim HDP’yle AKP, HDP’li adaylarla kayyımlar arasında bir “seçim mücadelesi” olmaktan çıkmış, AKP’ye ve kayyımlara karşı tüm Kürdün namusu arasında bir referanduma dönüşmüştür. Rejim muhtar soykırımı ile baltayı ayağına vurmuştur.
Akrabası, hısımı, yüz yüze baktığı muhtar hapisteyken, o mahalle ve köyde muhtarın yerine göz diken, onun bilekleri kelepçeliyken muhtar adaylığını ilan eden Kürt, en önce mahallenin, köyün kadınları tarafından lanetlenir. “Benamus” ilan edilir. Yüzüne tükürülür. Hiçbir namuslu Kürt böyle bir zilleti göze alamaz.
Gözaltına alınan muhtarların yerine, tek bir “ihtiyar heyeti üyesi” muhtarlık makamına oturmaz, muhtarlık mührünü cebine koymaktan haya eder.
İçişleri Bakanı, bu en küçük yerel yönetime kayyım mı atar?
Atayamaz.
Amed Büyükşehir Belediyesi’nin etrafını bariyerlerle çevirip, bir polis ordusuyla kuşatmak ve Gültan Kışanak’ın yerine Vali’yi oturtmak marifet değildir.
Ama bunu mahallede, köyde bırakalım Soylu’yu, Erdoğan bile göze alamaz. O alsa bile onun atadığı kayyım mahallenin, köyün semtine bile yaklaşamaz. Amed’de Surlu çocuklar “Vali kayyımın” suratını bile görmemiştir. Hapsedilen muhtarın yerine oturacak olan kayyım ise çoluğun çocuğun maskarası olur. Arkasına teneke bağlarlar. İnsan içine çıkamaz.
HDP’li siyasilere karşı soykırım, “siyasi soykırımdır.”
Muhtarlara karşı soykırım “namus soykırımı” olur.
İş namusa dayanınca seçim de “namussuzlarla namuslular” arasında bir referanduma dönüşür.
Başka yerlerde ne olur bilmem ama, Kürt toplumunda bu referandumu “namus” kazanır.