Muhalefet güçleri iktidarın iyice yıprandığını, Cumhur İttifakı’nın yüzde 50’nin altına düştüğünü ve normal koşullarda yapılacak bir seçimde Erdoğan’ın seçilemeyeceğini söylüyor. Yapılan anketler de bunu gösteriyor. Ancak hiçbirinin tek başına iktidara gelecek hali olmamasına rağmen muhalefet partilerinin AKP-MHP iktidarına karşı alternatif bir hükümet modeli ve güç birliği çabası görünmüyor. Millet İttifakı’nın geleceği de pek parlak değil. Bu bakımdan başta CHP olmak üzere HDP dışındaki muhalefet partilerinin “iktidarsız muhalefet” söylemleri lafügüzaftan öteye gitmiyor. Siyasal literatürde “iktidarsız muhalefet”, esas olarak siyasal muhalefetin iktidar amacının olmaması, bir tür müzmin muhalefet olarak sürekli eleştirel bir konumda olması ve asıl işi olan iktidar hedefini amaçlamaması demektir.
Seçimler yoluyla iktidarların kurulduğu ve değiştiği çok partili rejimlerde politik mücadele iktidar ile muhalefet arasında sürerken, halkın desteğini yitiren iktidarların seçimlere gitmesi ve ülkenin temel sorunlarına çözüm bulamayan hükümetlerin istifa etmesi gibi bazı etik kurallar geçerlidir. Türkiye gibi ülkelerde ise iktidar ile muhalefet arasında sürekli bir gerginlik ve çatışma ile süren rövanşist bir anlayışla siyaset yapılmaktadır. Asıl işi önceden açıkladığı siyasal program üzerinden icraat olan iktidar partisi, muhalefetin hiçbir eleştirisini ve önerisini dikkate almıyor. Üstelik iktidar daha ağır yanıtlar vererek muhalefeti bir köşeye sıkıştırmaya çalışırken, hızla iktidar ve muhalefet arasında kutuplaşma ve giderek toplumda cepheleşme yaratılıyor.
“Milli güvenlik ve beka sorunları” söz konusu olduğunda iktidarın çizdiği sınırların dışına çıkamayan muhalefet partileri de itirazlarını etliye sütlüye karışmadan laf ebeliğiyle sürdürüyor. Laf ebeliğinde daha baskın olan iktidar, eleştirilere daha ağır yanıtlar verirken, yanlış anlaşılma kaygılarıyla genellikle demagoji yapan ve seçmeci davranan muhalefet, ürkek, korkak ve tutarsız söylemler ile siyaset arenasında kalmayı yeğliyor. Böylelikle iktidarın “ben yaptım oldu” muhalefet ise “yapamazsın, edemezsin” itirazları, daha doğrusu ağız dalaşı siyaset arenasında ortaoyunu halini alıyor. Bu arada oligarşinin farklı eğilimlerini temsil eden, iktidarda veya muhalefette olsun tüm müesses nizam partileri, demokratik siyaseti tasfiye etmeyi ve onu alternatifsizliğe mahkum etmeyi ulusal bir görev olarak sürdürüyor.
AKP iktidarının gücü büyük ölçüde bu siyaset tarzından, gerçek bir muhalefet olmamasından ve kendisine alternatifsiz bir siyasal konum yaratmasından kaynaklanmıştır. 18 yıl boyunca iktidarda kalmak için devletin ve iktidarın tüm olanaklarını kullanarak “sürekli iktidar ve istikrar” oyunu sürdürmüştür. Bu sürecin bir aşamasında rejimi değiştirerek Türkiye tarihinin en uzun iktidarına sahip olarak kendisine bir başarı hanesi yaratmıştır. Bu yolda salt iktidarın ve devletin nimetlerinden yararlanmaya bağlı olarak gelişen siyasal yandaşlık, hızlı bir şekilde sınıf atlayarak idari, mali ve siyasi bir güce ulaşarak iktidarın sürekliliği ile örtüşen bir blok oluşmuştur. İşin cazibesi, ikbal peşinde koşan kimi muhalif unsurların bu bloğa dahil olmalarını sağlarken, bu devşirme usulü aynı zamanda muhalefetin zayıflamasına da yol açmıştır. Buna karşın bölünmüş bir halde bulunan, bir araya gelerek tüm güçlerini birleştirmesi mümkün olmayan ve gerçekte yüzde 50’lilik bir güce sahip olan muhalefet bloğu, politik arenada iktidarı alt edememe açmazını yaşamaktadır.
Bir ülkede refah ve istikrarı sağlamanın yolu, eşitlik, özgürlük, barış ve adaletin geçerli olduğu siyasal ve toplumsal bir yapıya sahip olmaktan geçiyor. Tek adamın siyasal iradesine ve idaresine dayalı rejimlerde istibdat yoluyla sağlanan “zoraki iktidar ve istikrar” söylemi, oligarşik iktidarlara süreklilik kazandırılmasından başka bir şey değildir. Oligarşik devlet biçimlerinde iktidar, egemenlerin sınıf çıkarları adına her şeyi yapabilme gücüdür/erktir. Devlet bir şekilde ele geçirildiğinde önce parti devletle bütünleştirilir. Ardından başkan devletle bütünleşerek “ben devletim” diyebilecek bir yetki düzeyine ulaştırılır. Böylelikle oligarşik rejimlerde partiler değil, her konuda başkanlar belirleyici bir konum kazanır.
Bu rejimde partiler ve parti üyeleri ikinci planda iktidardan beslenen yandaş bir kitle haline gelirken, başkan devletin, halkın, hükümetin ve partinin başı olarak ön plana geçer. Bu durum, sözde iktidarda olmalarına karşın partileri yıpratır ve siyaseten aşınmaya uğratarak “parti olmayan parti” konumuna dönüştürür. Başkanın tüm faaliyeti ve siyasal propagandaları devletin imkanlarıyla yapılırken, adeta partiye ihtiyaç kalmayan bir durum yaratır. Başkan, kendi güç ve imkanlarına dayanarak iktidarına süreklilik kazandırmayı amaç edinirken, kişisel iktidarlarını sürdürmek için antidemokratik yol ve yöntemleri kullanmaktan kaçınmaz. Başkanı tek adam haline getiren olgu, bu rejimlerde “muhalefetsiz iktidar” ya da “iktidarsız muhalefet” durumunun geçerli olmasıdır.
Muhalefetin ve toplumda her türlü itirazın susturulmaya çalışıldığı, demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, her seferinde baskın seçimlerin ve sayım hilelerin yapıldığı bir rejimde, belki iktidarın ömrü uzatılabilir ama siyasal ve toplumsal istikrar sağlanamaz. Özgür basını, sosyal medyayı, demokratik siyaseti, aydınları, yazarları, sanatçıları, insan hakları savunucularını vb tüm aykırı sesleri susturan, demokratik hak ve özgürlükleri sınırlayan AKP-MHP iktidarı, şimdide TTB, TTB, TMMOB, TEB, TZOB, TDHB gibi demokratik meslek örgütleri ile DİSK, KESK ve devrimci sendikal hareketi denetim altına almaya çalışıyor. Her zamanki gibi yine askeri darbe söylentileri yayarak tüm muhalefet güçlerine karşı uyguladığı baskıcı ve denetleyici politikalarına “mağduriyet” üzerinden meşruiyet kazandırma amacını sürdürüyor.