Anayasa değişikliği teklifini görüşmek için AKP heyetinin HDP’ye gerçekleştirdiği ziyaret, yüzde 200’lere varan enflasyon karşısında beslenme, giyinme, barınma, eğitim, sağlık gibi en temel gereksinmelerini dahi karşılayamayan halkın “büyük yoksunluk halini” siyaset gündeminden -bir süreliğine de olsa- düşürdü. Tam da AKP’nin istediği gibi… Kürt meselesinin öne çıkarılıp gündemin bunun üzerinden belirlenmesi sadece AKP’nin değil, halkın sorunlarına çözüm üretemeyen muhalefetin de işine geldi aslında!
“Kürt meselesi”nin halkın tüm sorunlarının önüne geçmesi yeni bir durum değildir; 1990’ların başından itibaren Türkiye siyasetini belirleyen en önemli etkenlerin başında olagelmiştir daima. Örneğin 1991 seçimlerinde SHP’nin Kürt hareketiyle seçim ittifakı yapması ve DYP’nin seçim çalışmalarında toplumsal barış vurgusunu öne çıkarmasının, darbe rejiminin siyasi ayağı olan ANAP’ın iktidardan indirilerek DYP-SHP koalisyonunun hükümeti kurmasında önemli bir rolü vardır. 92’de Musa Anter cinayetiyle başlayan, ardından bir dizi suikast ve Özal’ın şaibeli ölümüyle devam eden süreçte hem Kürt siyasetçilerle ittifak hem de toplumsal barış söylemleri son bulmuş; Çiller’in başbakan olmasıyla başlayan çatışma sürecinde Kürtlere yönelik baskı ve şiddetle birlikte Kürt meselesinin siyaseti belirleyici rolü daha da artmıştır.
1992’den bu yana geçen 30 yılda gerçekleşen seçimlerin istisnasız tümünde, Kürt sorunu seçim malzemesi olarak kullanılmaktadır. 1990’lı yıllar boyunca bir “bölücülük” meselesi olarak kabul edilen Kürt sorununun “baskı ve şiddet yoluyla çözülebileceği” görüşü hakimdir. Özellikle seçim dönemlerinde iktidar partileri ile muhalefet partileri milliyetçilik yarışına girip, Kürt düşmanlığını ayyuka çıkarıp toplumda artan gerilim üzerinden oy devşirmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Bunun en çarpıcı örneği DSP-MHP-ANAP koalisyonunun iktidarını sürdürmek için Öcalan’a kurulan komployu kullandığı “1999 seçimleri”dir.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’den itibaren AB müktesebatına uyum için atılması gereken demokratikleşme adımları ve yanısıra “askerin sivil siyasetteki rolünü azaltma” çabalarının gereği olarak, Kürt meselesinde “siyasi çözüm” öne çıkmıştır. Bu bağlamda 2009’da ilan edilen Kürt açılımı, 90’lı yıllar boyunca şişirilmiş milliyetçi reflekslerle hareket eden toplumun geniş kesimlerinin ve muhalefet partilerinin tepkisiyle karşılaşınca seçimlerde oy kaybettireceği endişesiyle AKP, açılıma son vermiş; Kürt siyasetçileri dışlayarak kapalı kapılar ardında çözüm arayışına girmiştir. Ancak bu da uzun sürmemiş, 2011 seçimlerine giderken “siyasi çözüm” rafa kaldırılmış ve AKP seçimlerde Kürt sorununun bir demokrasi sorunu olmayıp bir “terör sorunu” olduğu söylemini tercih etmiş; seçimlerin ardından da KCK davaları ve “Yeni Osmanlıcılık” safsatasıyla, Suriye’ye sınır ötesi operasyonlara girişilmiştir.
2013 Newrozu’yla yeni bir müzakere sürecine girilmişse de bu süreçte -özellikle Kürtlerden- beklediği oy desteğini alamayan AKP, 7 Haziran seçim yenilgisinin ardından yaratılan şiddet ortamında oluşan toplumsal gerilimi, kaybettiği oyları geri alarak iktidarını sürdürmek için 1 Kasım seçimlerinde kullanmıştır. 7 Haziran sonrasında MHP ile kurulan ittifakın ardından demokratik çözüm tamamen unutulmuş ve “denize düşen yılana sarılır” misali -90’larda olduğu gibi- inkâr ve imha politikalarından medet umulmuştur.
Ezcümle 20 yıllık iktidarı boyunca her alanda olduğu gibi Kürt meselesinin çözümü konusunda da demokratikleşme söylemi, AKP’nin iktidarını tahkim etmek için zaman zaman kullandığı bir “strateji”den ibarettir. Kürt meselesini AKP için kullanışlı bir seçim malzemesi haline getiren ise -stratejik olarak bile- demokratik çözümü savun(a)mayan ve dolayısıyla Kürt siyasi hareketiyle yan yana gelmekten itina ile kaçınan sağ ve sol muhalefetin içinde bulunduğu “ulusalcı/milliyetçi/ırkçı hezeyan”dır.
AKP’nin HDP’yi son ziyaretinin ardından -halkın içinde bulunduğu derin yoksullaşma, üstü örtülemez hale gelen yolsuzluklar vs bir yana bırakılıp- koparılan gürültü, muhalefetin ulusalcı/milliyetçi/ırkçı saplantılarının AKP’ye oyun alanı açmasının son örneğidir. Görünen odur ki “Kürt anasını görmesin” anlayışından kurtulamayan muhalefet bir kez daha iktidarı AKP’ye “altın tepside” sunmakta kararlıdır!