Ülkenin uçuruma sürüklendiğini belirten Nesrin Nas, durumun acil olduğunu söylüyor
Nezahat Doğan
Türkiye’de ciddi toplumsal sorunlar hak ihlalleri, kutuplaştırma dili varken şu anda toplumu ortaklaştıran noktalardan en önemlisi de ekonomi. Ülkede derin bir sorunla karşı karşıyayız. Toplumsal huzurun inşa edilmesi, umudun yeniden hissettirilmesi için bir açılım gerekli. Peki, bu açılım ne olmalı? Muhalefet ne yapmalı? Zamlar, fakirleşen toplum, muhalefetin etkisi ve etkisizliği gibi birçok başlığı iktisatçı ve siyasetçi Nesrin Nas ile konuştuk.
- Türkiye’de ekonomik kriz derinleşiyor. İktidar ne yapmaya çalışıyor?
Bu enflasyonist bir politika. Yani sürekli olarak fiyatların yukarı doğru gideceğini peşinen kabul etmek demek. Her durumda rakamları büyüterek bir büyüme algısı yaratmak istiyorlar benim gördüğüm bu. Buna biz politikasızlık diyoruz belki ama bu da bir politika maalesef. Bakan Nebati ne dedi? Ortodoks politikaları izlemeyeceğiz, heterodoks politikaları izleyeceğiz.
- Ortodoks ve Heterodoks ne demek?
Ortodoks politikalar dediğimiz aslında bildiğimiz, uygulanan genel kabul görmüş tutarlı iktisat ve maliye politikaları. Heterodoks politikalar dediğimiz çoğunluğun kabul etmediği, deneye yanıla uygulanmaya çalışılan politikalar. Ama bu politikaların hangi ülkelerde ve nasıl uygulandığına baktığımız zaman; bu politikalarda enflasyonist süreçte, yani fiyatların sürekli yukarıya gittiği bir dönemde gelirler ve fiyatlar arasındaki ilişkiyi koparabilmek için gelirlerin dondurulması var bunun arkasında.
- Ne olur o zaman?
Ücretler dondurulur, fiyatlar dondurulur, miktar sınırlamaları getirilir, ihracat arttırılmaya çalışılır. Bu politikalar aşırı derecede yoksullaştıran politikalardır. Bundan sonra fiyatların yönü yukarıya doğru gidecek. Biz daha bu zamların etkisini görmedik. Satın aldığımız ürünlerdeki hizmetlerdeki fiyatlar doların on-on bir lira olduğu seviyelerdeki fiyatlar. 31 Aralık’taki fiyatlar da girmedi enflasyona.
- Peki ne olacak o zaman? Geçim nasıl olacak? Gelir gidere baktığımızda durum neyi anlatıyor?
- Gitti gitti! Emekli zamları da gitti. Asgari ücret de gitti. İlk ayın sonu gelmeden bütün bunlar bitti. “Ücret dondurması” demek mutlaka “ücretler şunda sabit olacak” demek değil. Enflasyonun çok altında gelir artışı yaratarak, yani zam oranı uygulayarak ücretleri sürekli olarak enflasyona yedirirsiniz ezdirirsiniz. Şimdi 31 Aralık gecesinde yapılan zamlar, aslında bir anlamda millete bir şekilde (kaba bir tabir ama) kazık atma başka bir şey değil. Aşırı bir yoksulluk ile karşı karşıyayız. Ülkedeki yoksullar bütünüyle derin yoksulluğa ya da iktisadi tabirle “mutlak yoksulluğa” hapsolup kalıyorlar.
Yoksulluk aile boyu
Ne demek mutlak yoksulluk?
İnsanlar artık yoksul oldukları için yoksullar. Çünkü o çemberi bir türlü kıramıyorlar. O çemberi kırabilmek için eğitime ulaşması lazım, bulundukları sosyal çevrenin dışına çıkabilmeleri lazım. E bütün bunları elinden alıyorsunuz. Servis parası olmadığı için okula gidemeyen çocukları biliyorum. Aile, çocuğun cebine yol parası koyamıyor ve çocuğu 11-12 yaşında okuldan almak zorunda kalıyor. Aile yoksul, çocuk yoksul, büyüyünce de yoksul olacak. Bu çok büyük ve derin bir problem.
Yönetilemeyen bir ekonomi diyoruz doğru! İktidar krizin varlığını kabul etmiyor ve şeffaf yürütmüyor. Kararlar kapılar ardında alınıyorsa, şeffaf değilse, alanlarda hiçbir şekilde bunun sorumluluğunu üstlenmiyorsa orada alınan kararlar, belli bir zümrenin ya da çok dar bir çıkar çevresinin çıkarınadır. Bu dünyanın her yerinde böyledir.
Kur nasıl on sekiz kırklara geldi? Bir gazoz şişesi düşünün. Erdoğan aldı o gazoz şişesini (gazoz şişesini kur olarak düşünün) her gün konuşması ve her gün verdiği demeçlerle çalkaladı çalkaladı sonra kapağı açınca fışkırdı. Oysa topluma “Bir kur hedefimiz falan yok” demişlerdi. Üzerinden 15 gün geçmeden birdenbire kur garantili mevduat hesabı dediler.
- Aslında bu da kapalı faiz demek değil mi?
Çok tabii… Ama faizin ötesinde çok daha farklı bir şey demek. O kur garantili mevduat hesaplarına kimler ulaşabiliyor? Mevduatı olanlar. Şunun için çıkardılar: Döviz almayıp TL’de kalanlara veya “Bu döviz trenini kaçırdım” diye dövünenler için dediler ki, üzülme treni ara istasyonda durdurduk bak sana da böyle bir imkan veriyoruz.” Aslında TL mevduatların hepsini bir anlamda dövize bağlamış oldular. Bunu 83 milyon ödeyecek. 31 Aralık gecesi gelen zamlarla ödüyor. Vergilerle, harçlarla, trafik cezalarıyla… En fakir de vergi ödüyor. Aldığı ekmekle ödüyor. Yaktığı elektrik ile ödüyor. Bir tek ampul yaksa bile vergi ödüyor. Geçmişte halkın sesini, şikâyetlerini ve halkın derdini anlatan dile getiren bir medya vardı. Ana akım medyada konuşuluyordu, tartışılıyordu. Hatta özel ekonomi programları yapılıyordu. O zaman ekonomik krize kriz deme imkânı vardı. İktidarı eleştirebiliyordunuz. Şimdi böyle medya da yok. TÜİK enflasyonu doğru ölçmüyor diyen ENAG yargılanıyor. İnsanlar sokağa çıkabilirler söylemine karşı Erdoğan’ın çok sert bir tepkisi oldu.
- O sert tepki neden?
Hem kendisinin korkusu var. Hem de biraz manipüle etme. “Millet size dersinizi verir” derken iki şey söylüyor. Birincisi, ekonomi eleştirileri darbe kalkışması sayılır. Bunu, şikâyet eden kendi tabanına da söylüyor. İkincisi ise itiraz edenleri milletin dışında tutuyor. Yanında yöresinde kendine biat edenleri milletten sayıyor. Ekonomik imkanlara da onlar ulaşıyor. Dört beş maaş alıyor. Bütün ihaleleri alanlar, döviz satışlarından haberdar olanlar ve yüksekken bozup düşükken alanlar, kamu bankalarındaki krediye ulaşanlar işte bunlar milletten. Hatta buna Bahçeli’yi de katalım.
Çığlığı duymak yetmez
- Peki burada muhalefettin duruşu ne?
Muhalefet ister istemez olmayan medyanın görevini üstleniyor. Çarşıda pazarda dolaşarak, gittikleri yerde insanlarla konuşarak, onların şikâyetlerini ve dertlerini bir şekilde kendileri aracılığıyla dile getirmelerini sağlıyor. Ama bu yeterli değil. Bu rejime itiraz edenlerin aralarındaki farklılıkları bir tarafa bırakıp olabildiğince tüm muhalefetin ve itiraz edenlerin yani kurumsal muhalefet ve toplumsal muhalefetin bir araya gelmesi gerekiyor. Yan yana durabilmesi gerekiyor. Belli şeylerde bir mutabakat oluşturmaları gerekiyor.
- Demokratik bir alan oluşturulmalı ve şeffaflık diyorsunuz. Muhalefet partileri HDP ile neden yan yana gelmiyor?
En önemli problemlerimizin başında bu geliyor zaten. Burada Erdoğan ve Bahçeli yıllardır HDP’yi Kürtleri kriminalize ederek bir şekilde ötekileştirerek öyle bir dil kurdular ki, muhalefet partileri HDP ile yan yana gelmekten ürker ve çekinir hale geldiler. İlk olarak bunu İstanbul seçimlerinde Kürt seçmen gösterdi. Bu biraz sarstı muhalefet partilerini. ‘Ya bu iş böyle değilmiş’ galiba dedi. CHP bir ölçüde değişmeye değiştirmeye gayret ediyor ama yeterli değil… Zaten bu ittifakın da sürükleyicisi o. Ama sonra başka bir şey oldu. HDP, Türkiye’de bana kalırsa siyaseti en iyi okuyan parti. HDP, eylül ayında bir tutum belgesi açıkladı. Ve muhalefet partilerine döndü dedi ki: “Bizi kullanarak, kriminalize etmelerine izin vermiyorum vermeyeceğim. Meclis seçimlerinde ittifakın bir parçası olmak istemiyorum. Eliniz serbest. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde benim de görüşüm alındığı takdirde sizinle birlikte hareket ederim” Bu hamle bence çok gerektiği önemde tartışılmadı.
- Siyasette muhalefet politikalarını şeffaf yürütmüyor mu? Eksiklik nerede?
Kararsızları görüyoruz. Sürekli artıyor. O zaman toplumla güven ilişkisini muhalefetin kurması lazım. Toplumun sesini duyarak ve dinleyerek. Yanlış anlaşılmasın, “Biz gidiyoruz işte esnaf ziyaretlerine gidiyoruz pazarları dolaşıyoruz” o değil! Siz o insanların çığlığını siyasi bir dile çevireniz lazım. Alternatif bir siyaset üretmek lazım.
Kalbim kırık bu ülke ile ilgili
- Nesrin Nas’ın derdi ne?
Benim derdim, refahı paylaşan, mutluluğu paylaşan, geleceğe umutla bakan, gençlerin, çocukların olduğu bir ülkenin vatandaşı olmak. Bu benim en çok önem verdiğim şey. İnsanların yüzüne gülümseme ve gözlerinde umut görmek istiyorum. 11 yaşında çocuklara mikrofon uzatıldığında “Ben kitap alamıyorum, babamdan nasıl isterim bu parayı” demesini istemiyorum. Kadınların çocuklara şekerli su içirmesini istemiyorum. Bebek bezlerine kilit vurulmasını istemiyorum. Artık lokmalar boğazımızdan geçmiyor. Tabii ki bir toplumun yoksulu-zengini olur. Ama geleceğe herkesin umutla bakabilmesini istiyorum. Bunları istiyorum. Yoksa deli miyim ben niye uğraşayım, bu riskleri niye göze alayım… Kalbim kırık bu ülke ile ilgili. Ama yaşadığım ülkenin demokratik, hukuka saygılı, adil ve şeffaf yasaların herkese eşit olduğu bir ülke olmasını istiyorum.
Sokağa çıkmak örgütlü olmalı
- Bir çığlık da cezaevlerinde. Hasta tutsakların ölüm haberleri geliyor. Aysel Tuğluk’un serbest bırakılmaması. Muhalefet burada ne yapıyor?
Sorun toplumsallaştırılmadığı sürece çözüme ulaşmıyor. Aysel Tuğluk’u ziyaret edip onun bir an önce serbest bırakılması evinde ya da hastanede tedavi altına alınmasını dile getiren Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında soruşturma açıldı. Hapishanelerde çok fazla hasta tutuklu var. Olmayan idam cezasıyla hasta tutukluları zorla tutuyorlar. Ceza kanununda hasta tutukluların tedavi süreçlerinin hapishane dışında yapılmasına ilişkin hükümler var ve bunların hiçbiri maalesef uygulanmıyor.
- Bireysel haklar ve özgürlükler konusunda çifte standart mı var?
Evet, bu böyle bir rejim. Yani muhalefetin böyle bir rejim yokmuş gibi, Türkiye’de seçimler olağan koşullarda yapılacakmış, olağan bir yarışmış gibi davranması bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Durumun ne kadar acil olduğunu, durumun ne kadar kritik olduğunu muhalefetin bir an önce kabullenmesi gerekiyor. Artık zamanımız yok. Kimsenin tahammül edecek hali de kalmadı. Ama sokağa çıkmanın da örgütlü olması lazım. Örgütsüz sokağa çıkma çok büyük felakete yol açar.
- Kazakistan’da sokağa çıkıldı. Cumhurbaşkanı orantısız bir şekilde vur emri verdi?
Orada daha örgütlü protesto olsaydı, bu noktaya varmayabilirdi. Provokatörler, yerel çeteler, iktidarın kullandığı organizasyonlara rağmen o eyleme şiddet bulaştıramazlardı. Mitingleri çok daha sık aralıklarla ve kapsamını genişleterek yapmaları lazım. Ortaklaştırıcı dil kurmaları lazım. Toplumda güven ilişkisi kuracak, kendi aralarında mutabakatı güçlendirecek, o güçlendirdikleri mutabakatı halka açıp anlatıp şeffaf olmak.