Kamuoyu yoklamaları, 2021 başlarken iktidar blokunun iki kanadının da, kan kaybetmeye devam ettiğine kuşku bırakmıyor. Bu, esasen, hepimizin sezdiği bir hakikat. Ancak, Metropoll’ün Aralık 2020 kamuoyu araştırması, yalnızca siyaset değil, ekonomi, kültür, sağlık ve diğer alanlardan sunduğu göstergelerle bu sezgilerimizi ölçülebilir, değerlendirilebilir ve karşılaştırılabilir kılıyor. Araştırmalar da doğruluyor ki, toplumsal, ekonomik, kültürel dayanaklarıyla birlikte rejim, giderek artan çözülme belirtileri sergiliyor.
Bazı temel göstergelere yakından bakarsak, Erdoğan Cumhurbaşkanlığı sıralamasında artık Mansur Yavaş’ın arkasında. Erdoğan’ın bir adım arkasından da Ekrem İmamoğlu geliyor. Yavaş’ın desteği yüzde 43,9 iken Erdoğan yüzde 40,7’de kalıyor. Yarın seçim olsa Erdoğan’a oy vereceğini söyleyenler yüzde 43,3 iken yüzde 50.7’si vermeyeceğini söylüyor. Yüzde 48,1 Erdoğan’a görev onayı vermiyor, yani “bu işi beceremiyor” diye düşünüyor; onay verenler yüzde 45,6’da kalıyor. Erdoğan dürüst bir seçimde Cumhurbaşkanlığını ancak rüyasında görebilir.
Kararsızlar dağıtılmadan önce milletvekili seçimlerinde AKP’nin desteği yüzde 30,6, MHP’ninki yüzde 6’da, muhalefet partilerinin toplamıysa yüzde 42,6. Kararsızlar ve sandığa gitmeyecek olan yüzde 21 dağıtıldığında TBMM’de güç dengesinin tersine döneceği, AKP-MHP Blokunun parlamentoda azınlığa düşeceği ortada.
“Türkiye ekonomik olarak daha iyiye mi yoksa kötüye mi” gidiyor sorusuna verilen yanıtlar siyasal alan tablosunu tamamlıyor. Yüzde 65 gidişin kötüye doğru olduğunda birleşiyor. İyiye gittiğini düşünenler yalnızca yüzde 21. AKP ve MHP’lilerin de içine kurt düşmüş, yarısına yakını işlerin kötüye gittiğini açıkça ifade ediyor. TÜİK’in yıllık yüzde 14 enflasyon belirlemesine de inanan kimse yok. Halkın yarısından çoğu enflasyonun yüzde 30’un üstünde seyrettiğini söylüyor ve Sağlık Bakanlığı’nın COVID 19 istatistiklerine de, yargının adaletine de, medyaya da inanmıyor.
Bu araştırmanın önemi, yalnızca doğruya yakın bir fotoğraf sunmakla kalmayıp, iki öngörüde bulunmamız da imkan vermesinde: Birincisi, rejimin giderek derinleşen bir hegemonya kriziyle karşı karşıya kalması ve toplumu yönetemez duruma düşmesi olasılığı. Devlete tapanlar, bu öngörünün maksimalist bir temenniden ibaret olduğuna ne kadar inanmak isteseler de akıbetten kaçamazlar. Hegemonyanın sürdürülebilmesi ekonomik temelde olup bitenlerin “normal” olduğu inancının her gün yeniden üretilebilmesini gerektirir. Oysa, hem derinleşen yoksulluk, şiddetlenen sömürü, artan geçim sıkıntısı ve yaygınlaşan şiddet “normalleştirilemez”, hem de kriz, sivil toplumdaki rıza üretimi aygıtlarını da krize sokar. Sonunda sınıf çatışmasını regüle edebilmek için rejimin elinde zor ve din dışında bir şey kalmaz; kutuplaşma toplumu yarar ve hegemonya krizi kapıyı çalar.
İkincisi, rejimin rıza açığını kapatmak üzere -ölüm döşeğindeki hastaya bir süreliğine iyilik hissi vermesi için kortizon zerk edilmesi gibi- bir iç ya da dış “tehdit” icat etmek zorunda kalmasıdır. ABD’deki iktidar değişikliği sonrasında uluslararası durum “Batı”da büyük güçler arasında eskiden olduğu kadar geniş manevra alanı bırakmadığından rejim “daldaki iki kuş”tansa “eldeki bir kuş”a odaklanmayı tercih edecek; içerideki hegemonya krizini ötelemek üzere dış maceralara atılmaktansa “beka” ezberine dönecek ve Kürt meselesini ve HDP’yi “terörizmle eşitleme” hamlesine öncelik verecektir.
Bu, gelişme olasılığı istisnai bir siyasal konjonktüre kapı açıyor, tarihin cilvesiyle muhalefetin “milliyetçi” ve “ulusalcı” kanatlarını HDP ile aynı doğrultuya yerleştiriyor ve kafalarını karıştırıyor. Akılları, bu “milliyetçiler”e siyasal çıkarlarının -31 Mart 2019’da tecrübe ettikleri şekilde- HDP ile çatışmamaktan geçtiğini söylüyor; oysa ideolojileri, kültürleri, zihniyetleri ve siyasal refleksleriyse -İYİ Partili Yavuz Ağıralioğlu örneğinde defaatle görüldüğü üzere- dillerine vuruyor; onları durmaksızın Devlet Bahçeli’nin yanına savuruyor. Oysa, tarihsel koşulların içinden çıkagelen bu imkan ancak muhalefet tarih bilinci ve sorumluluğuyla hareket ederek Kürt halkıyla barışık bir siyaset dili tutturabilirse gerçekliğe dönüşebilecek. Çatışmanın her iki tarafında bu kıratta siyaset insanları hakim olmasa Güney Afrika, bugün hala “apartehid” rejiminden çıkmış olamayabilirdi. Gelişme eşitsizlikleri muhalefet dinamikleri arasında 1980 öncesinin iç savaş dilini taklit etmeyi marifet sanan kravatlı alperenleri öne itelemiş olabilir; ancak 2021’in büyük tarih sınavından alnının akıyla çıkabilmek için muhalefetin topluma imkansız sanılanı gerçek kılabilecek kıratta siyasi kadrolara sahip olduğunu da göstermesi gerekiyor. Önümüzdeki yıl iktidardan çok, muhalefetin çapı tarihin ölçüsüne vurulacak.