Demokrasilerde halkın karar alma mekanizmalarına katılmasının farklı yolları ve yöntemleri vardır. Ancak adı ‘demokrasi’, pratiği ‘otoriterizm’ olan yönetimlerde halk, hiç olmazsa sandıkta sözünü söyler ve karar alma süreçlerine katılır. Her ne kadar otoriter yöneticiler halkın sandık yoluyla karar alma süreçlerine katılmalarını görmezlikten gelseler de halk sözünü söylemekten vazgeçmemektedir.
Türkiye’de 31 Mart seçimleri, halkın sözünü söylemedeki ısrarının bir örneğidir. Halk muhalefete önemli mesajlar vermekle beraber, muhalefetin önüne demokrasi ödevini de koydu. İktidara da çoklu krizlerle toplumu yönetememesine dur dedi.
Halkın sandıkta verdiği destekle muhalefete verilmek istenen mesaj; Yoksulluk, istihdam, demokrasi, hukuk, toplumsal barış başlıklarının çözüme kavuşturulmasıdır. Ancak seçim üzerinden bir ay geçmesine rağmen halen muhalefetin sesi pek duyulmamaktadır! Ses çıkarmak yerine herkes durmuş iktidar bloku ne yapacak, iktidar bloku dağılıyor mu? Erdoğan’ın ABD ziyareti olacak mı, olmayacak mı? AKP’nin gündemi belirlemek için ortaya attığı anayasa tartışmaları ve Erdoğan’ın seçim sonuçlarını hazmedemeyip yeni bir sınır ötesi askeri harekat yapacak mı, yapmayacak mı sorularıyla oyalanmaktadır.
Bu durum muhalefeti özne olma halinden seyirci durumuna getirmektedir ki tam da iktidar blokunun istediği ve halkın rahatsız olduğu durumdur; çünkü halk muhalefete, iktidarın yönetemediği toplumsal barış, demokrasi, hukukun üstünlüğü, yoksulluk ve yolsuzluk gibi çoklu krizlere çözüm üretmesi ödevini vermiştir.
Beklemede olan muhalefete şunu söyleyelim:
Erdoğan, yürüttüğü kutuplaşma, hukuku ve demokrasiyi askıya alma, kamunun bütün alanlarında yaşanan yolsuzluklar ve yoksulluğa neden olan politikaları nedeniyle toplumu ikna edemeyeceğini 31 Mart seçimlerinde gördü.
Bunu gören Erdoğan, iki yolu deneyecektir.
Öncelikle ülkeye uluslararası sermayeyi çekmek için ABD ve AB ile ilişkileri düzeltmeye çalışacaktır. ABD ve AB’den Mehmet Şimşek aracılığıyla istediği borçlanmayı alırsa veya yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekecekse öncelikle AİHM’in ve AYM’nin kararlarını uygulamak gibi adımlar atmak isteyecektir. İçerde de geçici ve yalancı bir baharı yaşatmaya veya toplumu iyimser bir beklenti haline tutmaya çaba gösterecektir. Bunun için de zaman kazanmak veya manevra yapmak için Anayasa tartışmaları ile gündemi meşgul edip toplumu bir süre oyalamaya çalışacaktır. Böylelikle muhalefetin gardını düşürecek, toplumu da halkın asıl gündemi olan yoksulluk ve yolsuzluk konularını tartışmaktan uzaklaştıracaktır. Samimi olmayan ve zaman kazanmaya odaklı Anayasa tartışmalarını çapsız danışmanlar, bürokratlar ve trol kalemşörler aracılığıyla gündemde tutmaya ve tartıştırmaya çalışıyor.
Yirmi iki yıldır iktidarda olan, Anayasayı askıya alan, Anayasal suç işleyen, 2017 referandumu ile demokrasinin denge denetleme mekanizmasını yok eden irade ile toplum lehine demokratik, çoğulcu, sivil bir Anayasa yapılamayacağı açıktır.
Eğer Erdoğan ABD ve AB’den istediği borçlanmayı almaz ve yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmeyi başarmazsa bu sefer de yeni bir Pirus Zaferi macerası ile Kürt coğrafyasına saldıracaktır. Halkın çocuklarının kanı üzerinden, halkın yoksulluğu ve açlığı pahasına kendi iktidarını ve koltuğunu korumak için halkın bütçesini savaşa harcamaktan çekinmeyecektir. Çünkü Pirus Zaferi’nin kazananı yoktur. Kazandığını iddia edenin, üzerinde o kadar yıkıcı bir etki bırakır ki yenilgiyle eşdeğerdir. Böyle bir zafer toplumsal barış umudunu yok eder ve toplumsal gelişmenin ilerlemesine büyük zararlar verir.
Erdoğan’ın her iki yolu da toplumun aleyhinedir. Erdoğan’ın toplumun aleyhine olan bu oyunlarını gerçekleştirmesi de ancak muhalefetin aktif veya pasif tutumuyla gerçekleşebilir.
Bu nedenle muhalefet, halkın önlerine koyduğu ödevi iyi okumalı, iyi çalışmalıdır. Öncelikle iktidar blokunun nasıl bir hamle yapacağını beklemekten veya iktidar blokunun dağılacağı iyimserliğinden kurtulmalıdır. Sonrasında iktidar blokunun geçici ve yalancı bahar girişimi olan Anayasa tartışmalarına payanda olmamalıdır. Anayasayı askıya alan, başta meclis ve yargı gibi bütün Anayasal kurumları tasfiye edip etkisizleştiren irade ile toplumun lehine Anayasa yapılamaz. Toplumun lehine olan çoğulcu, demokratik sivil Anayasa, toplumu sürece katacak ve toplumun bütün kesimlerinin temsil edildiği çoğulcu bir meclis iradesi ile yapılabilir.
Yine koltuğunu korumak için yeni bir Pirus Zaferi macerasına girişmekten çekinmeyecek iktidar blokuna karşı muhalefet, kutuplaşmaya ve savaşa karşı toplumun barış talebini görerek barışın sesini cesaretle yükseltmelidir; çünkü savaşla, çatışmayla, militarist ve güvenlikçi politikalarla ülkenin temel sorunlarını çözmediği ve ülkeye toplumsal barışı getirmediği yüzyıllık deneyimlerle sabittir. Buna karşı muhalefet barış talebini görmeli ve barışın sesini cesaretle yükselterek savaş politikalarına izin vermemelidir.
Sonuç olarak;
Muhalefet, seyirci durumundan çıkıp iktidar blokunun Anayasa oyalamasına veya yeni bir Pirus Zaferi macerasına hayır derse, toplumsal barışı tesis edecektir. Toplumsal sorunlara yapısal çözümler getirecek çoğulcu, demokratik bir Anayasa için inisiyatif alıp ortak hareket ederse, kaybeden; başta yoksulluk ve yolsuzluk gibi çoklu krizlerin müsebbibi Erdoğan olacak. Kazanan Türkiye halkları olacaktır!