Muhalefet kelimesini duyar duymaz CHP’ye yerleşmiş tuzu kuru siyaset bezirganları hemen zıplıyor ve telaşla soruyor: “Peki ya sorumluluk, o ne olacak?”
Söylediklerine göre her şeyin bir adabı her tutumun bir sınırı varmış; muhalefet de saygılı bir adapla asla sınırları aşmadan yapılmalıymış.
Evet, yoksullaştırılan, dışlanan ve ezilen yığınlar ona verdikleri oylarla iktidara muhalefet etmesini istemişti; ama Özel sabah akşam “biz sorumluluk gereği yıkıcı değil yapıcı olacağız, Erdoğan’ı ve Bahçeli’yi incitmemeye özen göstereceğiz” diyor. Yani, Kılıçdaroğlu’nun o malum “yapıcı” hatta “ön açıp rahatlatıcı” tarzı mı sürecek?
Sanki Norveç’deyiz, herkesin keyfi yerinde, rahatsızlıklar olsa da, muhalefetin “olur böyle şeyler” deyip sorumlu davranarak emperyalist bloğun içinde olmanın nimetlerini devşiren sistemin akışını bozmaması ve iktidara geçme sırasını beklemesi gerekiyor.
Beyefendi, ne kadar iktidar mensubu varsa, gülücükle girip gene öyle çıktığı görüşme turlarına devam ediyor. Halk ona “muhalefet” görevini verdi, ama o “Majestelerinin muhalefeti” olmayı tercih ediyor. Yani, elbette muhalefet yapılacak, ama iktidarı rahatsız etmeden hatta ona yardımcı olarak!
İşte, zaten Erdoğan’ın en büyük şansı böyle “sorumlu”ve “yardımcı” bir muhalefete sahip olması değil mi?
Zamanında Kılıçdaroğlu “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” deyip “milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına” onay vererek başladığı “sorumlu” muhalefet yolculuğunda, başta “Yenikapı mutabakatı” olmak üzere, her dara düştüğünde, her sarsıldığında hatta düşmek üzere olduğunda koşup Erdoğan’a yardım etmemiş miydi?
Şimdi Özel de günün koşullarına göre kimi değişikliklerle aynı yolun yolcusu mu olacak?
Nitekim, Erdoğan, açıkça yenilgiyle çıktığı seçimlerden henüz çok kısa zaman geçmesine rağmen şimdilerde neredeyse mağrur bir padişah olacak! O ilk şaşkınlığı geçip gitti, galip muhalefetin lideri sarayına gelmek için çırpınan bir gönüllü ahmak olunca, Erdoğan da tenezzülen kabul eden kişi oluverdi!
“Ah bir de şu boş koltuk olmasaydı, Erdoğan çok ayıp etti çok!” diyenlere, sessiz olup kulaklarını iyi açmalarını ve o boşluktan gelen sesi dinlemelerini öneririz: “Her şeyden önce zor günlerden geçtiğimiz bu günlerde, öncelikle çok yönlü krizlerle sarsılan sermayenin ve devletimizin beka sorununu aşmak noktasında ortaklaşmalı, iktidar muhalefet ilişkisi seviyeli bir adapla yürümeli, zaten yeterince sorunla boğuşurken asla huzur bozucu gerginlikler yaşanmamalıdır!”
Anlaşıldı değil mi, emir yüksek yerden!
Sonra efendim, şu kriz ortamında biraz daha fedakarlık yapmak vatandaşlık görevimiz değil mi?
Peki, malum koltuk gerçekten boş mu?
Unutulmaması gereken durum, mevcut iktidarın herhangi bir iktidar değil, KURUCU bir iktidar olduğu gerçeğidir.
TC’nin Ordu merkezli Kemalist siyasal sistemi Erdoğan öncülüğünde çözülmüş ve yerine dini vurgusu güçlendirilmiş, yüzeysel de olsa bir biçimde işleyen eskinin özerk denetim mekanizmaları tasfiye edilerek iktidarın oligarşik yapısı daha da sivriltilmiş bir YENİ “Başkanlık Sistemi” denilen devlet yapısı inşa edilmeye çalışılmaktadır.
İnşaatın son aşamalarına gelindiği açıktır, ama öyle görünüyor ki, o son aşamadaki kısa mesafe her yönünden çeşitliliği ve yoğunluğu artarak gelen yüksek basınçla baskılanıyor, inşaatın devam etmesi zorlanıyor.
İşte, tam da bu zorlanma o koltuğa alan açıyor:
Devletin eski yapısı çözüldü, yenisinin inşaatı bir türlü bitmiyor ve oluşan durum, denildiği gibi tam da “canavarlar zamanıdır!” Devletten ve toplumdan çıkan ya da çıkma hazırlığı yapan “canavarlar” yaşattığı çok yönlü krizlerle sermaye düzenini ve onun devletinin varlığını riske sokuyor. O malum sözün yeniden dillendirilmesi boşuna değil; madem zorlanılıyor “gerisi teferruattır” (M. Kemal) ve “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe!”
Şimdi manşetteki soruyu cevaplayabiliriz: Evet, o koltuk gerçekten boş mu?
Olabilir hatta muhtemeldir ki, binlerce yılın tefeci-bezirgan kurnazlıklarının içinden süzülüp gelen Erdoğan’ın bilinci, bilmem hangi hesabı yapıp kurduğu bir oyunun içinde o koltuğa da orada öyle boş durması rolünü vermiştir. Bir şeyler demek istiyordur Özel’e, mesela “Sen benim eşitim değilsin!” falan.
Ama, siz iktidar olmanın yarattığı güç sarhoşluğuyla kimi hesaplar yaparken, o somut-tarihsel anda kesişerek o ana ait somut bir gerçeklik yaratan binbir toplumsal ve siyasal süreç, sizin hesaplarınızı da oyunlarınızı da kendisine ait bir parantezin içine alır ve size hacminizin ne kadar olduğunu gösteriverir!
Hadi farklı bir dilden konuşalım: “Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır” (Enfal suresi, 30. Ayet). Ve, ayetin yorumuna yardımcı olmak için uzmanına başvuralım: “Allah her olayda işleyen determinist kanunlar gibidir, Peygamberler ise, bir elçidir; tarihsel determinizmin yoğun bir yansımasıdır.” (Allah, Kitap, Peygamber/Dr. Hikmet Kıvılcımlı)
Erdoğan hangi bezirgan kurnazlıkla öyle yaptı tam olarak bilemeyiz, ama madem o koltuk orada boş duruyor, pekala biz de gerçekçi davranıp oraya somut- tarihsel durumun gerçekliğini oturtabiliriz!
İşte, o koltukta sistemin ruhu oturuyor! Hepimiz biliriz değil mi, ruh vardır ama gözükmez!
Günümüzde küresel, bölgesel ve yerel düzeylerde aynı anda yaşanan çok yönlü krizlerle sarsılan ve olası bir küresel “mükemmel fırtına”nın arifesinde olduğunu bildiğinden, gergin, huzursuz, öfkeli ve dahası mevcut krizlerini aşmasını engelleyen yapısal çıkmazlarıyla yüzleşince saldırganlaşan sistemin ruhu!
O koltukta oturan sistemin ruhu, varlıklarını kendisine borçlu olduğunu kibir ve nobranlıkla yüzlerine vurduğu odadaki bütün aktörleri gücü, varlığı ve ihtiyaçlarıyla baskılayıp, belirliyor ve daha fazla, daha yoğun, daha saldırgan hizmet beklediğini bildiriyor!
Daha yoğun sömürü, daha fazla ekolojik yıkım, daha çok savaş!
Orada oturup burunları havada büyüklenen zavallı emir kulları, ne konuşacaklarını hatta konuşurken hangi kelimeleri seçeceklerini bile o boş koltuktaki asabi ruhun ezici nobranlığının hışmına uğrama korkusuyla belirliyor, hassas dengelerde ayakta kalmaya, fırtınada tutunmaya çalışmaları lazım.
İşleri zor!
Neymiş, yumuşamaymış! Hadi oradan, o şayet olursa kendi aralarında olacak sadece, hepsini var eden sistemin ve devletin bekasını sağlamaları için kendi aralarında didişirken dikkatli olmaları gerekiyor, işte o kadar!
Halka gelince, sopanın ağırı Şimşek programıyla geliyor, orada yumuşama falan yok, tam tersine “gelen emir üzerinden” daha yoğun, daha sert, daha acımasız saldırı!
Ya halk, o ne olacak?
Peki, ya yoksulluk, işsizlik, iş cinayetleri, sendikasızlık, sigortasızlık; ya ekolojik yıkım, orman yangınları, genetiğiyle oynanan gıdalar, kuruyan göller, susuzluk, ciğerlere çekilen kirli hava; ya kadın cinayetleri, üstelik en yakınları tarafından öldürülen kadınlar, iktidarın eve hapsedip köleleştirmeye çalıştığı, aşağıladığı kadınlar; ya demokratik eğitim imkanları YÖK eliyle koparılarak alınıp cahilleşmeye sürüklenen gençler, hayatlarının en güzel dönemini özgürce yaşama hakkı tanınmayan gençler?
Devam edelim, ya, toplumun dinin Erdoğan tarafından yorumlanmış haline göre yeniden yapılandırılması ve bunun için despotik haliyle var olan laikliğin tasfiyesi; ya, her biri birer sermaye şirketi haline gelmiş tarikat görünümlü bezirgan çetelerinin arsızlıkları; ya inançlarını özgürce yaşayamayan, sürekli dışlanıp aşağılanan Aleviler?
Ve nihayet, ya, neredeyse sermayenin ve devletin üstünde oy birliğiyle anlaştığı tek konu olan Kürtlerin özgür yaşam hakkının gasp edilmesi ve buradan çıkan gerilim ekseninden bütün toplumu terörize edip ırkçı bir sürüye dönüştürme iradesi!
Evet, bunlar ve daha sayamadığımız binbir şeytanlık, her biri toplumun bağrına saplanmış kalleş hançerler olan bu gerçeklikler ne olacak, bir bardak su içip unutacak mıyız?
Hançerlerin girdiği yerler kanıyor, toplum bireylere dek inen bir derinlikte çürüyor, açık değil mi? Yani, sermaye ve devletin bekası için sürekli daha dibe doğru çeken bir bataklığın içinde çırpınarak mı yaşayacağız?
Açıktır ki, resmi muhalefet yüzeysel olarak atışsa da derinde iktidarla ortaktır, muhalefet halkın öfkesini içerebilmek için yapılmaktadır.
Muhalefet görevi, özgürlükçü, devrimci, demokrat, sosyalist güçlere düşüyor. O hançerlerin sokulduğu her yerde direnişi örgütlemek, onları söküp atmak ve bu süreçte halkın demokratik cumhuriyet seçeneğini fiilen inşa etmek gerekiyor.
*Kürt halkının özgürlük mücadelesinin yarattığı değerlerden birisi olan Yeni Yaşam gazetesinde yazmak benim için bir onurdur. Bu değerin ortaya çıkabilmesi için harcanan muazzam emeğe layık olmaya çalışacağım.