Rejim tam ortada duruyor. Cumhuriyet buradan ya kendini yenileyerek, demokratik ve ilerici bir biçimde tarihsel temelleri üzerinde zenginleştirerek yeniden kurulacak ya da Türkiye İslamofaşist bir diktatörlüğe sürüklenecek
Pazar Röportajı / Nezahat Doğan
Tecridin konuşulmadığı, Kürt sorununun yok sayıldığı, İmralı’da yasal hakların verilmediği ve insanı koşulların sağlanmayarak tecridin devam ettirildiği uzun süreli bir süreçten geçtik. Ancak Devlet Bahçeli’nin tecridi kabul etmesinin ardından krıminalize edilen alan konuşulmaya ve tartışılmaya başlandı. Bir yıl önce Merdan Yanardağ kendi televizyon programında Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridin kalkması gerektiğini dile getirmiş ve ardından gözaltına alınarak “terör propagandası ve suçluyu övme” suçlamasıyla tutuklanmıştı.Yanardağ, 101 gün cezaevinde kaldıktan sonra 2 yıl altı ay hapis cezası verilerek tahliye edildi. Cezası istinafta onaylandı ve şimdi Yargıtay da. Son gelişmelerden sonra “devletin bana bir özür borcu var,” diyen Merdan Yanardağ Türkiye’de Kürt sorununu çözüp demokratik bir anayasayla yeni bir dönem başlatılması gerektiğini vurguluyor.
- Önce şuradan başlayalım. Siz “Abdullah Öcalan’a tecrit var,” dediğiniz için tutuklandınız. Geçtiğimiz günlerde ise MHP lideri Devlet Bahçeli tecridin olduğunu ifade etti. Ne hissettiğinizi ve ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Ben Kürt Sorununu bir gazeteci bir sosyalist aydın olarak uzun süredir yakından takip ediyorum ve Türkiye’nin temel sorunlarından biri olarak görüyorum. Ben Özgür Gündem Gazetesi’nin kurucusuyum. İlk yazı işleri ve genel yayın yönetmenliği yaptım. 90’lı yılların başındaki dönemde 65 bin satan bir gazete yaparak, sıralamada beşinci büyük gazete haline gelmiştik. O gazeteyi çıkarırken yaklaşımımız, Kürt ve Türk aydınları, karar vericileri ve gazeteciler arasında bir ortak zemin yaratmak ve barış sürecine oradan katkıda bulunmaktı. Başlangıçta biz bu hedefe ulaştık fakat sonrasında her iki tarafın milliyetçi baskısı ve çekiştirmeleriyle yürümedi ve biz ayrıldık. Benim 2023 Türkiye’sinde bu tecrit meselesini gündeme getirmem ise herkesi şaşırttı.
- Tecrit konuşulmuyor ve tartışılmıyordu. Siz neye göre gündeminize aldınız?
Bir hazırlığın olabileceğini hissediyor ve gözlemliyordum. Abdullah Öcalan ve İmralı üzerinden, onun adına bir siyaset geliştirme ve seçimlere müdahale girişimi söz konusuydu. Birincisi bunu önlemek lazımdı. İkincisi herkes için geçerli olan bir infaz hukukunun sadece İmralı’da geçersiz olması kabul edilemezdi. Demokrasiler tırnak içinde söylüyorum “Suçluların bile haklarının olduğu” rejimlerdir. Yapılan ise 12 Eylül döneminde bile uygulamayan bir hukuktur. İmralı ve Abdullah Öcalan eğer Kürt sorununda önemli bir aktörse oradaki tecridin kaldırılması ve kendisinin avukatlarıyla ve ailesiyle görüşmesi lazım. Bu Türk infaz hukukunun dışında, ayrı bir talebin ifade edilmesi değil, kendi yasanızı uygulayın demekti.
- Tutuklanmanıza İmralı adına siyaset geliştirme ve seçimlere müdahale girişimini dile getirmeniz mi neden oldu?
İçinde belli bir ironiyi de taşıyan biçimde “İmralı’yı kullanmaya çalışıyorlar ama Abdullah Öcalan çok kullanılacak birisi değil… Son derece zeki, içeride okuyarak dünyayı izleyen, neredeyse filozof olmuş bir insan. Kendisinin oyuna getirilmesine izin verecek birisi değil, kandırılabilecek biri hiç değil, herhalde bundan korkuyor olmaları gerekir,” görüşünü ifade ettim. Bu yüksek düzeyde övgü olarak nitelendirildi. Ama esas olarak uzunca süre tartışılmayan ve sadece örgüt tarafından ifade edildiği belirtilen bir tezi ortaya attım. Bunu kamuoyunun ve herkesin önünde söylemek önemliydi. Salon toplantılarında, parti toplantılarında bunu söylüyorlardı ama benim kastettiğim kamuoyunda yüksek sesle bunu ifade etmek. Ben doğrudan sosyalist hareketinin içinden geliyorum, dolayısıyla beni ve TELE 1’i izleyenler daha geniş bir kesim. Büyük bir cumhuriyetçi, demokrat, sosyalist kesim izliyor.
- Tecridin kalkmasını dile getirdiğinizde bu kesimlerin yaklaşımı ne oldu?
Bizim izleyicilerimiz, o yeni cumhuriyetçi kesim benim yanımda yer aldı. Beni tanıyorlar ve güveniyorlar, bizim samimiyetimizi biliyorlar. Örneğin Tele1’in ticari bir kuruluş olmadığını, halkın haber alma hakkının, doğru bilgiye ulaşma ihtiyacının karşılandığı, demokratik bir mevzi olduğunu, bir medya kuruluşu olmaktan çok demokratik bir mevzi olduğunu da farkında bu insanlar.
- Siz geçmiş dönemde Ergenekon Davası’ndan da yargılanıp tutuklandınız? O dönemki tavrınız, süreç nasıldı ne yapılmak istendi?
Ben Ergenekon sürecinde de aldığım tavrın son derece doğru ve yerinde olduğunu düşünüyorum. Benim savunmalarım açık zaten daha sonra bunlar videolara çıktı. Savunmada da çok açık bir şekilde belirttiğim gibi o bir Amerikan, bir emperyalist operasyondu. Cumhuriyetin tasfiyesi ve yerine düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat devletinin geçirilmesi süreciydi. Ben “İslami Faşizm” kitabımda da belirttim; En büyük tehdit Türkiye’nin İslamcı – faşist bir diktatörlüğe doğru sürüklenmesidir. Bunun adımları 2007-2008 dönemecinin ardından başlatılan Ergenekon operasyonları kumpasıdır. Mesela Ergenekon kumpasını en iyi çözümleyenlerden biri de Abdullah Öcalan’dır. Benim “Cumhuriyet’in Sonbaharı” kitabımda öyle bir bölüm var.
- Abdullah Öcalan’ın Ergenekon ile ilgili nasıl bir çözümlemesi vardı?
Gerçek Gladio burası değil, gerçek Gladio dışarıda. Benimle görüşen generalleri tutukluyorlar dedi. Çünkü Ergenekon’dan yargılanan subaylar Kürt sorununun Barzanici ve Amerikancı olmayan bir biçimde çözülmesinden yanaydı ve Abdullah Öcalan ile “Amerikancı ve Barzanici olmayan bir çözüme var mısın?” diye görüşen generallerdi. Öcalan’ın o süreci de doğru okuduğunu düşünüyorum. O bir Amerikancı darbe planıydı. Ve hala onun sonuçlarını yaşıyoruz. Çünkü o davaların sonucunda siyasal İslamcı hareket Türkiye’de devlete bütünüyle egemen oldu ve el koydu. 15 Temmuz darbesinden önce çözüm sürecinin çöpe atılmasının nedeni de buydu. İşleri bitti çünkü. Devleti ele geçirme mücadelesinde kendi aralarında çıkan ihtilaf ise 15 Temmuz darbesine kadar sürükledi Türkiye’yi.
- Abdullah Öcalan’ın doğru değerlendirdiğini söylediğiniz bu süreci biraz daha açar mısınız?
Ergenekon kumpas sürecinde Kürt hareketini yedeğe almak istediler. Yani, biz sizinle bu işi çözeceğiz. Bu çözüme karşı olan vesayetçi rejimden yana olanları tasfiye ediyoruz dediler. Oysa tasfiye ettikleri Kürt sorununun onurlu, demokratik ve ayağını Türkiye’ye basan bir perspektifle çözülmesinden yana olan generallerdi. Bunların hepsini tanıyorum ben. Çünkü beraber yargılandık. Hepsiyle Kürt sorunu konusunda ne düşündüklerini görüşebilirsiniz. Kürt medyasının bunu merak etmemesini de şaşkınlıkla izliyorum. Mesela Hurşit Tolon birinci ordu komutanlığı yaptı, İmralı onun sorumluluk alanındaydı. İmralı’ya bir albayı gönderip “Abdullah Öcalan’a sorar mısın, Kürt sorununun Amerikancı ve Barzanici olmayan bir çözümünden yana mı?” diye sorduruyordu. Gönderdiği kişiyi de özellikle milliyetçi bir subay olarak seçmişti.
- Çözümün bitirilmesi, masanın devrilmesi sonrası nereye geldi Türkiye? İktidarın devreye soktuğu savaş politikalarından sonra bugün tecrit demesi, Kürt sorununu çözmeye dönük nasıl bir algı yarattı? İktidar nasıl bir oyun planı kuruyor?
2015’e kadar geriye gitmemin nedeni şu: O tarihte süreç çöpe atıldı. Sonra uzun bir sessizlik ve çatışma dönemi var. İmralı üzerinde ağır bir tecrit var. Ne söylüyor, ne yapıyor bilmiyoruz. Seçimlerden önce birileri gidiyor, “şöyle yapılmasını istiyor Öcalan,” diye bir mektup getiriyor. O mektubun doğruyu yansıtıp yansıtmadığını bilmiyoruz, kamuoyu da bilmiyor. 2023’e gelindiğinde zaten sistem tıkanmış. AKP- MHP iktidarı siyasal ömrünü doldurmuş ve rejim değişikliği sürecini tamamlayamamış bir vaziyette… Deyim uygunsa Türkiye bir tarihsel dönemece gelmiş ve takılmıştı.
- Bu takılmalarının nedeni neydi?
Cumhuriyet’in bütün kurumlarıyla imha etmiş ama yerine bir yeni rejim kuramamış bir siyasal heyetle karşı karşıyaydık. Buna görgüleri, bilgileri, müktesebatları, donanımları, insan kaynakları ve gelenekleri yetmedi. Çünkü Türkiye’de siyasal İslamcı hareketin böyle bir tarihi yok. Esas olarak selefi ideolojisinden ve kasaba yobazlığından güç alan, Osmanlı İslamcılığını bile kendi geleneği içinde devralmamış bir siyasi hareketti bu. Siyasal İslamcılık bir soğuk savaş imalatıdır. Yani yeşil kuşak siyasetinin hem Müslüman ülkelerde hem de Arap İslam dünyasında ürettiği bir harekettir. Dolayısıyla cumhuriyeti yıktılar ama yeni bir rejim kuramadılar. Yeni bir rejim kurmak için bir zamana ihtiyaçları var. Bu kadro açığını daha önce bir miktar Fethullahçılarla ve “yetmez ama evetçi” liberallerle sağladı. Entelektüel açıklarını genellikle solcuların içinde yer aldığı, ahmak liberaller aracılığıyla kapatmaya çalıştılar ama bu olmadı. Sonra ihtiyaçlarının olmadığını düşünüp, onları buruşturup bir peçete gibi kenara attılar. Onlar ise hala başlarına neyin geldiğinin farkında değiller. Hala Erdoğan’ın Kemalist olduğunu, Kemalizm’e kaydığını düşünüyorlar.
- Yetmez ama evet diyen liberaller Erdoğan’ı Kemalist olarak düşünüyorlar diyorsunuz. Halen aynı düşüncedeler mi?
Şimdi de böyle dönüşüyorlar. Çünkü kendileri oyunun dışına atılınca bir karar vermeleri gerekiyor ve kendileriyle de çelişmemeleri lazım. Bu soldan gelen “yetmez ama evetçi” liberallerin dramı şu ki hiçbir tez, hiçbir görüş, dünyada bu kadar kısa sürede bir iflasla, bir yanlışlamayla sonuçlanmamıştır. “Endişeli modernler” ya da “laikçi teyzeler” denilen kesimlerin; onların alay ettikleri kesimlerin söyledikleri çıktı. İçki içmek bile bir sorun hala Türkiye’de. Başı açık kadınlar tehdit altında… Yani bunlar fantastik komplo teorileri falan değil.
- Muhafazakâr bir rejim bugün şiddeti tetiklemiyor mu? Görüyoruz kadınlar çocuklar üzerindeki ve toplumdaki artan şiddet sarmalına bakınca çok net anlaşılmıyor mu?
İnanç merkezli bilgi anlayışının egemen olduğu yerlerde; Tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz, itiraz edilemez alandır inanç. Eğer inanç merkezli bir bilgi anlayışı egemense, o inancın öngördüğü şiddet de meşrudur zaten. Yani dinci anlayışta kadına şiddet de meşrudur, çocuğa şiddet de meşrudur. 2023’e gelindiğinde Cumhuriyet’i yıktılar, imha ettiler. Şimdi bizim Cumhuriyet konusunda solun da Kürt hareketinin de bagajı dolu. Ben Mahir Çayan’ın ve Abdullah Öcalan’ın Cumhuriyet konusundaki değerlendirmelerinin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bunu demokratik Kürt hareketinin de liberal aydınların da bir türlü anlayamadığı görüşündeyim.
- Neden cumhuriyet konusu yeterince anlaşılmadı size göre?
Nedeni şu. Cumhuriyet’in bütün kusurlarına rağmen tarihsel anlamda ilerici bir hareket, ilerici bir devrim olduğunu hiçbir sosyolog, hiçbir siyaset bilimci ya da hiçbir tarihçi reddedemez. Biz Cumhuriyet’i bağlamından kopuk bir şekilde, bugünkü kavramları, bugünkü ihtiyaçlarımız, bugünkü sempatilerimiz ya da antipatilerimiz üzerinden değerlendiriyoruz. Cumhuriyet’in kazanımlarının ya da insanlığın ilerici birikiminin tasfiye edilmesi demek, Türkiye toplumunun Türk’üyle, Kürt’üyle bir Ortaçağ’a iade edilmesi anlamına geliyor. Ortaçağ her yerde aynı zaman dilimini ifade etmiyor. Yani Batı’da bitti diye Doğu’da bitmedi. İnanç merkezli bilgi anlayışı, Ortaçağ’a ait bir arızadır. Türkiye’nin 2023 sonrası, AKP – MHP koalisyonu ve Cumhur İttifakı açısından kritikti. Cumhuriyeti büyük ölçüde tasfiye ettiler.
- Bu sistemin içerisinde nasıl bir değişim, dönüşüm olabilir sizce?
Şöyle bir belirsizlik var: Rejim tam ortada duruyor. Yani nereye doğru evrileceği belli değil. Türkiye bir kavşakta… Cumhuriyet buradan ya kendini yenileyerek, demokratik ve ilerici bir biçimde tarihsel temelleri üzerinde zenginleştirerek yeniden kurulacak ya da Türkiye İslamofaşist bir diktatörlüğe sürüklenecek. Bunu gördüğüm için yeni dönemde tekrar bir önceki çözüm sürecinde olduğu gibi Kürtlerin aldatılacağı, onların yeniden sahte bir çözüm sürecine sokulmak isteneceği bir döneme ilişkin hazırlık yapıldığını fark ettim, Galip Ensarioğlu’nun röportajı üzerine. Bu nedenle bunu gündeme getirdim. Dedim ki bakın bir hazırlık var -gördüğüm kadarıyla ki gelişme beni doğruladı- yani tarihte bir tekerrür yok. Hani Marx’ın deyimiyle; birinde trajediyse, ikincisinde komedi olarak yaşanır. Birincisi trajik bir biçimde bitti ama bu ikincisin de bir komedi şeklinde biteceğinin işareti yok. Yapılması gereken iş İmralı’daki tecridin kaldırılması ve bunu yüksek sesle söyledim. Bunun arkasında da durdum. Mahkemede de durdum. İfadelerimde de durdum. Hiçbir şekilde geri adım atmadım.
- 101 gün tutuklu kaldınız ve iki yıl altı ay hapis cezası aldınız. Şimdi hangi aşamada?
İstinaf cezamı onayladı, şu an Yargıtay da. Ben tekrar bu nedenle cezaevine girebilirim.
- Tecridi dile getiriyorsunuz yargılanıyorsunuz ve hapsediliyorsunuz. Devlet Bahçeli’nin tecritle ilgili ifadelerini göz önüne aldığınızda burada ironik bir çelişki yok mu?
Bir ironi yapmak gerekirse durum şu! Ya devletin benden özür dilemesi lazım ya da Bahçeli’yi tutuklamaları gerekiyor.
- Siz tecridin hukuksuzluğundan bahsettiniz ve umut hakkına işaret ettiniz. Devlet Bahçeli de aynı şekilde “düzenleme yapılsın, Öcalan umut hakkından yararlandırılsın” diyor.
Bahçeli umut hakkı kavramını kullanmadan ben o programda bunu söylemiştim zaten. Öcalan 25 yıl kesintisiz yatan Türkiye’deki tek siyasi mahkûmdur. Normalde ev hapsine çevrilebilir ve oradan bir özgürlük alanı açılabilir diye belirtmiştim. Bana yöneltilen suçlamalardan biri de o zaten… Bunları söylediğim zaman her şeyin örgüt talebi olduğunu söylediler. Ben de devletin infaz yasasında var bunlar, o zaman infaz yasasını gözden geçirmeniz gerekiyor dedim.
- Merdan Yanardağ’ın derdi nedir?
Valla Benim derdim şu: Türkiye’yi daha demokratik, daha eşitlikçi, insan hak ve özgürlüklerine sahip bir ülke haline getirmek için çaba sarf ediyorum. Benim bacak kadar çocukken girdiğim mücadelenin amacı neyse, bugün de onu yapmaya çalışıyorum. 70’li yıllarda eylemlerden sonra sol yumruklarımız havada ant içerdik. Ben o gün verdiğimiz sözlere bağlılığımı koruyorum. Türkiye’de Kürt sorununun demokratik, adil ve onurlu bir şekilde çözüldüğü, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik ve eşitlikçi bir temelde kendi tarihsel zeminine basarak, onu zenginleştirilerek yeniden inşa edildiği bir ülke olmasını amaçlıyorum. Bunun için mücadele ediyorum.
YARIN: Temel niyetleri iktidarı sürdürmek