Saray medyası yine içten içe kaynıyor. Geçtiğimiz hafta Yeni Şafak yazarı Özlem Albayrak’ın, Canan Kaftancıoğlu hakkında yazdığı yazısının sansürlenmesi üzerine gazeteden ayrılmasıyla başlayan süreç, Hilal Kaplan ve Ersoy Dede’nin Albayrak’ı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmakla suçlamasıyla devam etti. Albayrak ise Kaplan’ı hükümet devirmekle, yani Pelikancıların başı olmakla itham etti. Her iki taraf da, birbirlerine kırk yıllık düşmanmışçasına saldırdı. Aynı günlerde, Selman Öğüt de bir televizyon programında Kemal Öztürk’ün üzerine benzer bir hınçla gidiyordu.
Albayrak’ın oyun dışına çıkarılmasının üzerinden birkaç gün geçmişti ki, bu sefer Serdar Tuncer ve Faruk Aksoy’un Yeni Şafak’taki yazılarına son verildi. Oysa bu iki isim, iktidarı kapalı bir şekilde de olsa eleştirmemişlerdi. Hatta Serdar Tuncer son yazısında AKP’nin FETÖ ve türevlerine karşı uyanık olmasını, baskının daha da arttırılmasını salık veriyordu: “Namussuzlar hesap yapıyor ama bu defa lütfen bizim de elimiz armut toplamasın ve ‘Allah’ın da bir hesabı var’ kolaycılığıyla oturup sadece beklemeyelim”. Yeni Şafak da beklemedi ve Tuncer’i kapının önüne koydu.
Bu ayrılıkların üstüne gelmesi tesadüf müdür bilinmez, bir başka Yeni Şafak yazarı Fatma Barbarosoğlu, Twitter hesabında şunları yazdı: “Muhafazakar medyanın ‘hayati’ sorunları var. Bu hali ile kendi ayağına kurşun sıkıyor. Şöyle bir anket yapsınlar: Gazeteyi okuyan kadın/genç okuyucular ne okuyor/kimleri okuyor? Muhafazakar medyada ‘hayat’ yok. Onun için giderek okunan değil ‘bakılan’ gazeteye dönüşüyorlar”.
Aslında Barbarosoğlu’nun “hayat” diye aradığı şey düpedüz gazete; ortada bir gazete olmadığını söyleyemediği yerde lafı dolandırıp, edebi kaçış hatlarına oynuyor. Oysa, aynı gazeteden “ayrılan” diğer bir isim olan Aydın Ünal ayan beyan ortada olanı şu şekilde ifade etmişti: “Medya ve sosyal medyadaki yeni düzenin AK Parti’ye faydadan çok risk getirdiğini de artık görmemiz lazım. AK Parti tabanı dahi haberleri muhalif kaynaklardan öğrenmeye çabalıyor.”
Bu gelişmeler üzerine Karar gazetesindeki köşesinde “mevcut medyanın en büyük sorunu aşırı siyasallaşmadır” yazan Taha Akyol da, havuzdan yeni çıkan “gazetecilerin” geçmişlerini havuzda bırakma (nafile) çabasına bir nebze de olsun destek vermeye çalıştı.
Oysa, egemen medya sistemini eleştirmeye karar veren bu isimlerin, bizzat bu sistemin yaratılmasında emeği geçenler olduğu gerçeği hiçbir zaman unutulmayacak. İktidarın eliyle şekillenen bu yeni medya alanının en büyük sorununun siyasallaşma değil, araçsallaşma olduğunu bu nedenle söyleyemiyorlar.
Bu nedenle “bizden gazetecilik değil holiganlık bekliyorlar” diyen Albayrak, 8 Eylül 2015 tarihinde Demirtaş’ın fotoğrafının üstüne atılan “katil” manşetinden hiç rahatsız olmamıştı zamanında. Kemal Öztürk de, Aydın Ünal da. Bu isimlerin ortak noktası, gün gelip holiganlık yapmayı bırakmaları değil, kendi çıkarlarını başka mecralarda görmeye başlamaları. Daha avantajlı aparat kadrolarını ufukta görmeleri.
Saray medyası, bu cismine, iki koldan büyüyerek gelmişti: Birincisi, İslamcı sermayeye dayanan medya kuruluşları, ikincisi ise TMSF başta olmak üzere çeşitli araçlarla havuza katılan ana akım medya kuruluşları. Birinci torbada, İslamcı siyasetten gelmiş, muhafazakâr köklerini öne çıkaran isimler yazarken, ikincisinde daha çok İslamcılıktan gelmeyen, devşirme isimler (Sabah’ın yazar kadrosuna bakmak yeterli) yer alıyordu.
İlk bakışta görülen, İslamcı gazetelerin var olan yayın çizgilerini devam ettirmesinin ve daha ideolojik bir çizgi izlemelerinin amaçlandığıydı. Albayrak’ın, Yeni Şafak’ın “entelektüel” geçmişini yad etmesinin sebebi de buydu. İkinci grup ise, propaganda ve karalama faaliyeti için kullanılacaktı. Ancak gelinen noktada, medyanın araçsallaştırılması, bütün saray medyasını büyük bir vasatta eşitledi. Medya bir bütün olarak operasyonel bir şemada birleştirildi.
Bu nedenle Barış için Akademisyenler’in bildirisi açıklandıktan bir gün sonra akademisyenleri ilk hedef gösteren Yeni Şafak’tı. Ya da geçtiğimiz hafta, Kulp’taki saldırının hemen ardından “saldırıyı HDP yaptı” manşetiyle çıkan da yine Yeni Şafak’tı.
Sözün özü, çıkar çatışmalarının zorladığı ayrılmalar, kimsenin elini temizlemiyor. İktidarın propaganda makinasının içerisinde yer alan herkes, yapılanlardan ve yaşananlardan belli bir derecede sorumlu.