Türkiye ve Kürdistan’ın 11 ilini etkileyen Maraş depremlerinin ardından Bahçeli günlerce ortalıkta görünmedi. 15 gün sonra Erdoğan’ın koltuğunun altında dolaştırdığı bir Kavuklu gibi sahneye çıkıp tarih öncesinden kelamlar etti: “Bu büyük felaket, mucizelerle anlam kılınmış, içinde sır olan bir olay gibi geliyor bana“. Onun bu sözlerine dair çok yorum yapıldı. Kimisi “Bahçeli depremin ABD’nin HAARP tekniğiyle meydana geldiğini söyledi” dedi, kimisi onun bunamışlığına yordu, kimisi söyleyecek söz bulamadığına… Son derece yoruma açık bir zırvalamaydı nitekim.
Geldiğimiz noktada onun “mucize” ve “sırlardan” neyi kastettiği nispeten aydınlanmış oldu.
Klasik devlet refleksleriyle hareket eden bu faşist, asıl olarak felaketin yaratacağı ekonomik ve siyasi fırsatın kokusunu almıştı.
Keza o da biliyor ki, seçim sandığından çıkacak sonucu nihai olarak burjuvazi (“ulusal” ve uluslararası emperyalist sermaye) ve müesses nizamın bekçisi olan devleti belirler. Sandık, kitleler nazarında meşruluk kazanacakları bir simgedir. O sandığa işçi ve emekçilerin eğilimlerinin yansımasının sınırları da hile ve sayısız manipülasyonla belirlenir. Bunlara rağmen istemedikleri her sonuç karşısında ellerinin altında tuttukları sayısız araç vardır. 7 Haziran seçimleri sonrasında neler yaptıkları düşünülecek olursa darbe de dahil tüm kanlı saldırı biçimleri bu araçlar seti içinde mevcuttur.
Bahçeli bunun bilmişliğiyle sırlar ve mucizelerden bahsetti. Keza başkanlık rejimi denilen faşist devlet-rejim biçiminin inşa sürecinde bile nasıl bir yorgunluk yaşadığını en iyi kendileri biliyor.
Tam bu noktada on binlerce insanımızın can verdiği, kentlerin yerle bir olduğu depremler yaşandı. Normal koşullarda bu depremlerin yarattığı sonuçlar iktidardaki güçleri de devleti de tedirgin eder. Doğal olarak mevcut faşist iktidar bloku da burjuva devletin kendisi de o tedirginlikle nefes alıp veriyor. İşte Bahçeli tam da bu tedirginlikten çıkacak mucizeye işaret etmiş oldu. Keza bu denli ağır bir ekonomik siyasi krizin üzerine binen deprem enkazı iktidar bloku için burjuvazi nazarında “çok istemesem de seninle devam edeceğim” anlamı da taşıyabilirdi.
Çünkü büyük toplumsal altüst oluşlara gebe böylesi süreçlerde yüzlerce yıllık yönetme tecrübesine sahip burjuvazi at değiştirmeyi tercih etmezdi. 15 gün ortalıkta görünmeyen Bahçeli devletin “derin” dehlizlerinden, sermayenin çeşitli kesimlerinden bunun nabız atışlarını aldıktan sonra karanlıkta tünediği yerinden uçuşa geçmişti. “Minerva’nın baykuşu karanlık çöktükten sonra uçar” metaforunun güncel karikatürü misali.
Fakat gerek Bahçeli gerekse burjuvazinin “ulusalı”-uluslararasıyla tüm cenahları o çok korktukları toplumsal patlamaların seçenekler içinde en başat olanı olduğunu da bilerek etrafı koklamaya devam ettiler. Kendisini dev aynasında görmeye başlayan zamanın kontrgerilla “bacısı” Meral Akşener de depremin hemen ardından “Bugün, devletin sesini duyma günümüz. Bugün hepimizin susma günü” mesajı salıp siyam ikizi olan Bahçeli gibi etrafı koklamıştı. Müesses nizamın bekçiliği misyonu bunu gerektiriyordu.
Tam da bu noktada Kılıçdaroğlu’nun depremle birlikte daha da görünürleşen performansı devreye girdi. Müesses nizamın karşısında değildi bu performans aslında. Ki açıkladığı yol haritası da mevcut ekonomik-siyasi politikaların karşısına 2000’lerin başındaki neoliberal politikaları koymaktan ibaretti. Atladığı şeyse bugünün koşullarının 2000’lerle kıyaslanmayacak farklılıklar taşımasıydı. Burjuvazinin özellikle AKP dönemindeki rantçı politikalardan beslenip palazlanan kesimleriyle hırlaşması, “5’li çete” olarak tanımladığı bu kesimlere parmak sallaması, yer yer uluslararası sermaye de dahil diğer sermaye kesimlerini de kesecek sözler etmesi esasında “bu noktaya gelin” anlamı taşıyordu. Depremdeyse bir adım daha ileri giderek “yönetebilirim”i kanıtlamaya girişti, nispeten de kanıtladı.
Fakat zamanın ruhu onun 2000’lerin başına dönmüş neoliberal ekonomi-siyaset politikalarını da kaldırmayacak bir ağırlık taşıyor. Deprem enkazı da bunu büsbütün ağırlaştırdı. Zor ve baskı dışında bir seçenek bırakmayacak kadar darlaşmış bir alan söz konusudur. Kılıçdaroğlu’nun “ayarlarımıza dönelim” şeklinde özetleyeceğimiz duruşu, bu duruşun özellikle HDP ve çeşitli sosyal reformist kesimlerle çakıştığı oranda 7 Haziran’a benzer bir kitle mobilizasyonu yaratması ve bu mobilizasyonun kontrol edilemeyecek başka kanallara akma tehlikesi kaygı yaratan önemli bir etmen oldu.
Kılıçdaroğlu’nun depremle birlikte artan performansının sandıktaki şansını da arttırması karşısında devletin ve burjuvazinin masaya iki seçenek koyması gerekti. Bunlardan biri sandıktan zayıflatılmış Erdoğan’ın çıkması. Yani parlamentoda alabildiğine güdükleştirilmesi ama başkanlık sisteminin onun kontrolünde sürmesidir. İkinci seçenek de Kılıçdaroğlu olasılığına göre belirlenmiştir. Devlet aygıtındaki güç dağılımının daha baştan müesses nizamın korunması esprisine uygun olarak güvenceye alınması bu seçenek açısından zaruridir.
Nereye gideceği belli olmayan bir süreçte sistem açısından bu zorunludur. İktidarı devralacak burjuva iktidar blokunun iş olup bitmeden buna göre dizayn edilmesi gereklidir
Akşener’in 6’lı Masa’yı devirmesi özünde devletin bu refleksinin izdüşümüdür. Devlet Bahçeli açısından da mucize ve sır budur. Burjuvazinin masasında mevcut iktidar blokunun -mesela Akşener’le- dengelenerek devam etmesine verilecek olurdur, bu seçeneğin ağırlaşmış kriz koşullarında daha yakın bir seçeneğe dönüşmesidir. Tam da bu noktada müesses nizam, Amedspor-Bursaspor maçında Türkiye’ye naklen izlettirilen ırkçı-faşist histeri ve ayinle varlığını hissettirdi.
Fakat tüm bunlar onların hesapları, işçi ve emekçilerse henüz konuşmadı!