Kaynağını bireycilikten alan farklı görüşler olsa da varoluşsal olarak toplumsal olan, böyle kurulan ve böyle davranmak zorunda olan insan, toplumsuz edemeyeceğinden toplumsal davranmalıdır. Bu görüşe göre, insan toplumsal davranandır. Toplumsal davranmamak insan olmak ve insan kalmak gibi bir sorunu beraberinde getirir. Çünkü toplumsallık insan türünün var oluş koşuludur.
İşte, Leyla Güven toplumun güzelleşmesi, gelişmesi için kafa yormak, bulmak işi olan politikayı da bulduğunu pratikleştirme anlamına gelen ahlakı da en güçlü bir şekilde temsil etmektedir. Ahlak ve politikanın insan türünün genetiği olduğunu gözettiğimizde ise, Leyla Güven’in tepeden tırnağa hakiki bir insan olduğu kendiliğinden anlaşılır. Bir başka deyişle “bu böyle gitmez, tecritle yaşamak ayıptır” diyerek zihniyet devrimini, “bunu bizzat ben yapmalıyım, hepimiz yapmalıyız” diyerek de vicdan devrimini yapmıştır. Zihniyet ve vicdan devrimini olması gerektiği gibi birlikte yaparak yine hakiki bir insan olduğunu her yönüyle göstermiştir.
Bu hiç kuşku yok ki, büyük bir insansal duruştur ve insani özünü korumak, insani olanı yaşatmak isteyenler için de ölçüdür. Bu duruş, büyük insanlardan olan Mehmet Tunç, Asya Yüksel duruşudur ve tümden fedaice bir duruştur. İmralı tabutluğuna canlı canlı gömülmek istenen büyük insanın, özgürlüğe tutkulu insan yaratımının en güzel örneklerindendir. Bu güneş gibi parlayan, herkesin içini ısıtan büyük insanlar, özgürlük felsefesinin büyük bir başarısı olduğu kadar, çok büyük bir gurur kaynağıdır. Kürt insanında, Kürt kadınında gerçekleşen kültürel, siyasi devrimin geldiği düzeyi göstermesi açısından son derece çarpıcıdır. Bu düzeyi ortaya çıkarmış olan bir felsefenin, hareketin yenilgiye uğratılması mümkün değildir.
Açık ki bu duruş, aynı zamanda herkese bir çağrı ve herkesin duruşuna yapılmış bir müdahaledir. Herkese kendisini önderliğiyle, halkıyla, mücadelesiyle ne kadar özdeşleştirdiğini tartmayı dayatıyor. Bu soylu fedai duruş karşısında herkese nerede durduğunu ölçmeyi dayatıyor. Aksi taktirde tutarlı ve doğru bir duruşun sahibi olduğu iddiasında bulunmak mümkün olamaz.
Leyla Güven eylemiyle bir özeleştiri yaptığını, bugüne kadar yapılması gerekeni gecikmeli olarak yapmasının eksiklik olduğunu belirtiyor. Tabi bu bir kişinin özeleştirisi değildir, aslında başta Kürt halkı olmak üzere özgürlük isteyen herkes adına yapılmış ve doğru bir özeleştiridir. Özeleştirel yaklaşan bu bilincin, ruhun ve duruşun doğru anlaşılması gerekiyor ki, özeleştiri pozisyonundan çıkılsın. Leyla Güven’in yaptığı bir durum tespitidir ve tutarlı insan olarak yaptığı tespite göre davranmış ve bu büyük yürüyüşünü başlatmıştır. Şimdi hepimize düşen, bizim de aynı ruhsallıkla, aynı düşünce ve vicdan gücüyle aynı tespiti yapıp, kendimizi özeleştiri pozisyonundan çıkarmaktır. Açık ki, bunun için mevcut duruşlarımıza, katılım biçimimize müdahale etmeliyiz.
Aşmamız gereken önemli bir husus, beklentili ruh hali olmaktadır. Zorluklar, sıkıntılı dönemler her zaman insanda beklentili bir ruh hali oluşturur. Bu beklentili ruh hali, hep daha güzel günlerin geleceği hissini veren bir umuttan beslenir. Bu yönüyle bu umut, sadece zorluklara, sıkıntılara katlanma gücü verir. Nietzsche de bu nedenle bu türden bir umuda saldırmıştır. Beklentiye sokan umut tehlikelidir. Böylesi bir umudun insanı bireyci, bencil yapma kapasitesi hayli yüksektir. Anda yapılması gerekenleri yaparak geleceği kazanan değil de gelecek güzel günleri yaşaması gereken bir insan haline getirir insanı. Bu, başkalarının emeği ve değerleri üzerinde kendini yaşatmayı planlayan bir duruşa kapıları ardına kadar açar. Bu da insanı anda yapılması gerekenleri yapmaktan alıkoyar, insanı kendini düşünen, riski göze almayan bireyci bir duruşa sürükler ki, bu duruş yukarıda bahsettiğimiz gerçek insan duruşu değildir. Dediğimiz gibi, her davranışı toplumsal olana, varoluşu toplumsalda görene insan denir. Dolayısıyla her bireyci, bencil duruşumuzun esas olarak da bizi insanlıktan uzaklaştırdığını çok iyi idrak etmeliyiz.
Beklentili ruh halini aşamayanların, rol ve misyonlarının gereklerine göre davranmaları, anın gereklerini yerine getirmeleri mümkün değildir. Doğru duruş bekleyen değil oluşturan duruştur, ana odaklanan ve anı özgür kılmayı esas alan duruştur. Anına söz geçiremeyenin, anı özgür kılamayanın özgürleşmesi, özgür kalması mümkün değildir. Özgürlüğün toplumsallık olduğu gerçeğini gözettiğimizde, anda yapılması gerekenin toplumsal davranış, kendini toplumun ihtiyaçlarını karşılar hale getirmek olduğu da açığa çıkar. O nedenle hepimizin soykırıma uğratılmak istenen toplumumuz üzerinde daha fazla kafa yormaya, toplumumuzun özgürleşmesi için başkalarından beklemeden daha fazla praktikleşmeye ihtiyacımız var. Tıpkı Leyla’nın yaptığı gibi…