Veli Saçılık
“Son sözüm olduğunu düşünmüyorum. Hırsızlık, uğursuzluk, yolsuzluk yapmadım. Yaşamımdan onur duydum. Aynı onuru benim yaşıma gelince sizin de yaşamanızı umuyorum.” Mücella YAPICI
Gezi Direnişi davasında Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbette, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi de 18’er yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mahkemenin düzmece, iddiaların kof, cezaların korku yaratmaya dönük olduğunu tekrar etmeye gerek yok. Saray Rejimi artık yasal çerçeve, hukuki kılıf uydurma gibi şeylerle zaman kaybetmiyor. Sokak eylemlerine hunharca saldırarak bastırıyor, “endişeli” Avrupa devletlerinin endişelerini göçmen kartı ve biraz rüşvetle giderebileceğinin gayet farkında. Bütün bunlara rağmen Saray Rejimi yıkılma ve her an yeni bir Gezi eyleminin patlak vereceği korkusuyla yaşıyor. Korkuları kesinlikle temelsiz değil.
Gezi Direnişi, tıpkı 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi gibi egemenlerin kâbusu olmaya devam ediyor. Küçücük bir kıvılcımın milyonların katıldığı toplumsal bir direnişe yol açtığını, sokağın özgürleştirici etkisiyle resmi bütün kırmızıçizgilerin silindiğini, halk meclislerinin ortaya çıktığını, “kutsal devlet” heyulasının yerini eşitlik-özgürlük-kardeşlik fikrinin doldurduğunu görme ihtimali elbette sistemin sahiplerini korkutuyor. Karanlıklar prensi Mehmet Ağar’ın “Bir daha asla 15-16 Haziran olayları gibi toplumsal ayaklanmalara müsaade etmemeliyiz” sözü, Saray efradının, Gezi direnişine galebe çalma gayretleri, “ilk üç gün masumdu” edebiyatına sarılan muhalif görünümlü devlet akıllıların hepsi öcü gibi korkuyorlar sokağın sesinin siyasete egemen olmasından. Diğer yandan Kürt halkının 6-8 Ekim 2014 tarihinde IŞİD’e karşı direnen Kobane ile dayanışmak için yaptığı eylemler egemenlerin duyduğu korkuyu arşa çıkarıyor.
Emekçilerin her uyanışı sonrası egemenlerin topyekûn karşı saldırıya geçerek yaygın tutuklama ve ibret-i âlem olsun diye idam sehpalarını kurması bir gelenektir. 1 Mayıs 1886’da ABD’de Haymarket Alanında “8 saatlik iş günü” talebiyle başlayan işçi grevlerine 8 idam kararıyla yanıt verilmesi, Gezi davasında seçilmiş 8 kişiye ceza yağdırılması bağlantısız gibi görülse de tarihsel bir illiyet bağı taşıyor. Yine, Gezi Direnişi’nden bir yıl sonra gerçekleşen 6-8 Ekim Kobane Direnişi, Batı ve Doğu fay hatlarının birbirini tetiklemesine müstesna bir örnek. Gezi davasından feyz alınarak hazırlanan Kobane Kumpas Davası, demokratik Kürt muhalefetini tasfiye etme, HDP’yi kapatma davası olarak halen sürüyor. Kobane davasında verilecek cezaların çok daha ağır ve kitlesel olacağını Gezi dava sonucundan anlıyoruz.
Saray Rejimi’nin kurduğu kumpaslardan, işlediği suçlardan bahsetmekten yorulduk. Mevcut rejimin bir suç imparatorluğu olduğunu, darbe ürünü ’82 Anayasasının bile rejim için ayak bağı olarak görüldüğünü sistem muhalefetinin de artık anlaması gerekiyor. Mafya, uyuşturucu, kumar, kara para, altın kaçakçılığı vb. suçları sevk ve idare eden rejim yanlılarını ekonomik kriz sonrası iktidarı kaybetme telaşı sarmış durumda. Taksim Dayanışması’nın kurucusu mimar Mücella Yapıcı’nın mahkemede söylediği “Hırsızlık, uğursuzluk, yolsuzluk yapmadım. Yaşamımdan onur duydum…” sözü Saray Rejimi’ne karşı direnen gerçek muhalefetin aklen, ahlaken ve cesaret bakımından sağlam temelli olduğunun kanıtı. Yıllarca doğa, insan, canlılar yararına mimarlık mesleğini icra eden ve hala kiralık evde oturan onurlu bir kadının, 320 bin TL maaş alan Saray bürokratlarına karşı “Aynı onuru benim yaşıma gelince sizin de yaşamanızı umuyorum” demesi, ezilenlerin umutlu, ezenlerin korkulu olması için hakiki bir sebep.
Gezi Direnişi’ne o günkü siyasi konumlanışları gereği taraf olan ve bugün Saray’a iltica eden sistem aparatlarını bir kenara bırakırsak eğer, Gezi Direnişi’nden geriye eşit, özgür bir gelecek mücadelesi, doğa ve insana saygı, savaşa, sömürüye isyan geleneği kaldı bizlere. Gezi Direnişi’nde hayatlarını kaybedenler, yaralananlar, tutuklananların hepsinin ortak özelliği Mücella Yapıcı örneğinde olduğu gibi devlet elitlerinin yapay hassasiyetleriyle değil, özgür insan olmanın bilinciyle hareket etmiş olmalarıdır.
Eşitlik, özgürlük dünyaya hâkim olmadan son söz söylenmez ama yine de son sözümüzü soranlara, 1 Mayıs 1886 Haymarket yargılaması sonucunda idam edilen Albert Parsons cevap versin: Vazgeçme! Kapitalizmin eşitsizliklerini ortaya çıkar, hukukun köleliğini ifşa et, hükümetin tiranlığını ilan et, ayrıcalıklı sınıfın açgözlülüğünü, zulmünü ve iğrençliğini kına.