Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken 14 Mayıs seçimleri Türkiye için bir yol ayrımı olarak görülüyordu. Bu seçimin sonuçlarına göre ya geçen yüzyıldaki ekonomik ve siyasi egemenlerin çıkarları için halkı ezen, yoksullaştıran, doğayı tahrip eden, iktidarlarını koruyabilmek için halkları, inançları, etnik kimlikleri, cinsiyetleri üzerinden birbirine düşmanlaştıran devlet anlayışı sürecek ya da tüm ayrışmaları sonlandıran, toplumun genel çıkarlarını savunan, halkın refahı için çabalayan demokratik bir cumhuriyetin temelleri atılacaktı.
Özellikle son 3-4 yılda ardı ardına yaşanan pandemi, ekonomik kriz ve depremler devlet aygıtının çürümüşlüğünü ve değişimin kaçınılmaz olduğunu tüm açıklığıyla bir kez daha gösterdi. 14 Mayıs seçimleri bu değişim için bir başlangıç olabilirdi. Ancak seçim sürecine girildiğinde AKP/Saray iktidarının seçimleri kaybetmemek için akla hayale gelmeyecek yollara başvuracağı da biliniyordu. Beklenen oldu. Yıllardır haber alma hakkını (basın özgürlüğünü), düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyerek halkın iradesinin özgürce oluşmasını engelleyen AKP, “Yeter, Söz Milletindir!” diyerek başladığı seçim sürecinde, cumhurbaşkanı adayının tespitinden seçim kampanyasının yürütülmesine, sandıkların kurulması ve seçmen listelerinin belirlenmesinden sandık sonuçlarının ilanına kadar her aşamada hukuku, siyasi etik ve genel ahlak kurallarını hiçe sayarak milletin/halkın iradesini kelimenin tam anlamıyla gasp etti.
Sandıkta tecelli eden iradenin gaspıyla, “demokratik cumhuriyet”i inşa etmeyi amaçlayan anlayışın meclis temsiliyeti sayısal olarak zayıflatıldı. Böylece parlamentoda Türkiye’yi bugün geldiği noktadan daha da geriye götürecek ekonomik, sosyal ve siyasal çöküntüyü derinleştirecek bir tablonun oluşmasına olanak sağlanmış oldu. Öte yandan cumhurbaşkanlığı seçimleri de bilindiği gibi, ikinci tura kaldı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu için Türkiye’nin toplumsal mücadele tarihinde önemli bir yeri olan Gezi Direnişi’nin 10. yıl dönümünde -28 Mayıs’ta- sandığa gidilecek. Anımsanacağı gibi Gezi Direnişi, toplumsal yararı göz ardı eden politikalarını halka dayatmaya çalışan AKP iktidarının “kendinden görmediği herkesi” baskı altına alarak, en temel yurttaşlık haklarını bile yok saymasına ve tüm yaşam alanlarına müdahale etmesine tepki olarak ortaya çıkmıştı. O zamana kadar Batı’da bilinmeyen ya da önemsenmeyen “Kürtlerin, sosyalistlerin ve ötekileştirilen diğer kesimlerin yaşadığı haksızlıkların, hukuksuzlukların ve şiddetin; ülkenin batısında da yaşanmasına karşı gelişen tepkiler” Gezi Parkı’nda ateşlenen bir isyana dönüşmüştü.
Gençlerin barışçıl eylemleriyle vücut bulan ve kısa zamanda ülkenin dört bir yanına yayılan bu isyan, AKP iktidarı tarafından şiddetle bastırıldı. Pek çok genç ve çocuk; doğayı, özgürce yaşam hakkını savunduğu bu barışçıl eylemler sırasında hunharca katledildi. Geniş halk kesimleri tarafından da desteklenen Gezi Direnişi, on yılı aşkın süredir iktidarda bulunan AKP’nin toplumsal desteği yitirdiğini ve ancak baskı ve şiddetle iktidarını sürdürebileceğini ilk kez tüm açıklığıyla göstermesi bakımından önemliydi. Gezi Direnişi’nin ardından Kobane eylemleri, Suruç ve 10 Ekim katliamıyla artan şiddet sarmalı ile devamında inşa edilen “tek adam”rejimi, çürümüşlüğün boyutlarını arttırdı.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun yapılacağı 28 Mayıs, on yıl önce belirgin hale gelen ve aradan geçen zamanda büyük çöküntüye neden olan çürümeye karşı halkın ilk topyekün direnişinin yıl dönümüdür. Ne büyük bir tesadüftür ki Gezi’nin 10. yıldönümünde halkın eline, yirmi yılı aşkın süredir devam eden ceberut iktidara son vermek için önemli bir fırsat geçmiştir.
Bu ceberut iktidardan kurtuluş aynı zamanda -yüzyıllık cumhuriyetin halklar arasında körüklediği düşmanlığı, emek ve doğa sömürüsünü de sona erdirerek- ülkeyi barışa, huzura, refaha kavuşturacak demokratik cumhuriyete ulaşma mücadelesini ileriye taşımak için de bir fırsattır. Bu fırsatın iyi değerlendirilmesi ve Kürt halkının 14 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu’na destek vererek gösterdiği değişim kararlılığının 28 Mayıs’ta tüm Türkiye halkları tarafından gösterilmesi gerekir.
Gezi direnişinin ruhu “Bu daha başlangıç mücadeleye devam!” sloganıyla söze gelmişti. 28 Mayıs’ta sandığa giderken de sonrasında da Gezi’yle başlayan mücadele, inatla sürmek zorundadır; ta ki hak ettiğimiz demokratik cumhuriyete ulaşana kadar!