Birkaç haftadır buluşamadım sizinle. Her buluştuğum an aktardıklarınızla renkleniyor hayatım, yenileniyorum. O yüzden buluşmak ve yan yana olmak bir o kadar özgün ve kıymetli. Yeniden merhaba…
Sabah bilgisayarımı açtığımda Sabahattin Ali’nin sözleri karşıladı beni, güne böyle başladım:
Satın alınamayan şeyleri severim ben.
Deniz gibi, gökyüzü gibi, ay ve güneş gibi, sevgi gibi…
Giderek her şeyin, herkesin satın alındığı bir yaşamın içinde sürüyor günlük hayatımız. Yaşama ait bakışınızı, kimliğinizi, güzel diye tanımladıklarınızı, dostlarınızı, yakınlarınızı, özgürlüğü, düşünceleri, sözleri, yaşamı, yaşayan tüm canlıları korumaya çalışırken çıkıyor karşınıza tüm bunları yok etmek için çabalayanlar, her şeyi satın alacağını sananlar, satın alınanlar, uyguladıkları şiddet, akıl almaz saldırılar.
Onlar satın alabildikleri ile güçlerini giderek arttırıyorlar, egemen oluyorlar hayata. Hiç olduklarını biliyorlar, var olmak için daha çok yok ediyorlar. Yaşamın renklerini almaya çalışıyorlar; sözleri, düşünceyi, iradeyi hapsediyorlar. Satın alamadıkları hiçbir şeye tahammülleri yok.
Birkaç gün önce görülen Kobanê Davası’nın duruşma salonunda mücadelenin inadı, tutsak kılınan siyasetçiler renkleriyle, en az onlar kadar politik, kararlı avukatların, dayanışmaya gelen canların renkleriyle buluştu. Yaşama, mücadeleye, güce, hukuksuzluğa teslim olmayışın resmini çizdiler yeniden, aynı salonda teslim olanların kararan, soluk, kimliksiz şekillerinin üzerine inatla ve kararlılıkla.
Yaşama ait tutumunuzla güçleniyor kimliğiniz, yaşama bakışınız şekillendiriyor politik tutumunuzu. Vazgeçmiyorsunuz, tarafınız net, yaşamın renklerine karışıyorsunuz.
O yüzden mutluyum size, yaşamın renklerini ışıldatanlara yeniden merhaba demekten, sizinle buluşmaktan…
Yaşamın özgürlüğünü yok etmek için sürdürülen satın alışlar, egemenliği ele geçiren patriyarkanın sürdürdüğü şiddet sonuçları ile ekoloji politikalarında irdelendiği kadar siyaset biliminde özgün araştırma olarak da tartışılmakta, tarihe not olarak bırakılmakta tüm saldırılar. Bu olguların sonuçları bir gün mutlaka özgürlüğün yeniden kurulduğu düzende sorgulanacak ve mahkûm edilecek. Yaşama düşen notlar hiç yok olmaz, onlar gerçeklerin delilidir.
Yaşanmışlıklarla tarihin çöplüğüne gidecek olan satın alanlar, satın alınanlar olacaktır. Onlar sadece bugün ve şiddet ortamında var olanlardır, şiddetin rejimini inşa edenlerdir. Yarını belirleyenler onlar olmayacaktır.
Bu belirleme yaşamın tarihsel gerçeğidir. O hiç solmayan, soldurulamayan renklerin.
Ekoloji mücadelesinde buluştuğum bir arkadaşımın emek-ekoloji forumunda yaptığı eleştiri ve verdiği katkıya konu olan idenin (ölümler üzerinden sürecin) tartışıldığı siyaset bilimi araştırmalarında, şiddetin gidişinin bizlerin bu şiddet girdabı içinde debelenirsek ulaşılacak sonuçları tartışılmaktaydı. Egemenlerin müdahalelerinin sonucunun kabul edilmesi ve olağanlaştırmasının politik bir algı ve hedef olduğu nekropolitik, biopolitik araştırmalarında tartışılıyor. Sosyal ve politik gücün, egemenlerin gücü ve kapasitelerini kullanarak kimin nasıl yaşayacağını, kimin ölmesi gerektiğini dikte etmesi, ölümler üzerinden yapılanların aktarılması, savaşa giden şiddetin nazizme kadar ulaşacak faşizmin inşasıdır. Michel Foucault tarafından bu kontrol mekanizması biyogüç olarak ifade edilir ve yaşamı domine eder, kontrol eder. Egemenler için yok oluş gücünün sonucu ve müdahalesinin boyutunu belirler, bizler için yaşamı korumaya, savunmaya, bu uğurda mücadele edenler için yürütülen egemen sistemin değiştirilmesi için politik uyarıdır.
Sistem içinde bizleri mahkûm ettikleri müdahalenin sonuçları, yaşamdan ve yaşam alanlarından yok edilenleri bir daha geri alamayacağımızı bilmek, İSİG’de belirlendiği gibi işçilerin iş cinayetlerinde yok olan yaşamları, tüm bu gerçeklerin her geçen gün canımızı daha çok acıtması ve tüm bu müdahalelere karşı birlikte mücadele etmemiz oldukça kıymetli. Ancak tüm bu sonuçları ortadan kaldırmak için yürüttüğümüz dayanışmanın asıl amacının sistemi dönüştürmek olduğunu bir kez daha birbirimize hatırlatmalıyız. Hepimiz siyasetin krizleri ile gücünü şiddete evirmiş biyogücüne, kapitalist yapıya dönüşen devlet yapısı ile pekişerek arttırmış, kapitalizmin krizleri ile şiddetini yok edişe evirmiş bir sistemde yaşıyoruz. Bizler bu sistem içinde yapılan saldırılara karşı savunma ve dayanışmayla büyüttüğümüz tutumumuzu tüm saldırılara karşı renklere, ödün vermeksizin yan yana durmaya, birlikteliğe evirdiysek, bu durum egemen sistemin gücüne ve gücüyle yaşamı domine edişine (zulümle hükmetmeye) karşı Don Kişot olmanın ötesine geçebildiğimizin göstergesidir. Yaşamın geri alınamaz yok oluşuna karşı başka bir yaşam mümkün diyen, “ben, bana yapılanlar” bakışımından, mücadelesinden “biz”e dönüşen politik tutum, hangi şiddetle uygulanırsa uygulansın satın alınamayanların kararlılığında yaşamın özgürlüğüne emek vermektedir. Ve giderek egemen yapıların hükümsüz olacağı yeni yaşamı örecektir.
Renkler bu örgünün yaşama yansısı, umudun muştusudur.