Adenauer Kabinesi 30 Ekim 1961’de Türkiye ile “İşçi Mübadele Antlaşmasını” imzaladığında, “misafir işçilerin” kalıcı olacağını hesaplamamıştı. Almanya açısından amaç savaş sonrası ortaya çıkan işgücü açığını kapatmak ve ucuz işgücü sayesinde ücretler ve çalışma koşulları üzerinde baskı yaratmaktı. Türkiye ise hem sosyal sorunun bir kısmını ihraç ederek hafifletmek istiyor, hem de ücret transferleri üzerinden ülkeye döviz akmasını umuyordu. İşçi göçünde iki devletin çıkarları belirleyici olduğundan işçilerin göç nedeniyle ortaya çıkan sorunları dikkate alınmamıştı.
Ancak, insanlık tarihinde sıkça görüldüğü gibi, göç toplumlarının özgün dinamikleri egemenlerin tüm hesaplarını altüst etti. Özellikle kriz yıllarında, 1973’te mübadelenin durdurulmasıyla “misafirler” kalıcılaşmaya başladılar ve aile birleşimi üzerinden Almanya toplumunun kopmaz bir parçası hâline geldiler. Gene de iki devlet de bu sonucu beklememelerine rağmen, göçmen işçilerin yerleşikliğini kendi çıkarları açısından kullanmayı başardılar.
Türkiye’nin NATO’daki hamisi olan Alman emperyalizmi için Türkiye’nin iktisadi ve siyasi “istikrarı” önemliydi. Hem ucuz işgücü ordusu olan göçmen işçiler sayesinde, iç politikada “günah keçisi” olarak kullanılabilecek bir kitle daha oluşmuştu. Başlangıçta göçmen işçilere “döviz yumurtlayan tavuk” muamelesi gösteren Türkiye hükümetleri ise zaman içerisinde bu kitlenin kendi iç ve dış politikalarına yararlı olacağını fark ettiler.
Özellikle 1980 askeri cuntasının karar altına aldığı “Huzur Operasyonu” ile göçmen işçilerin istenildiği gibi yönlendirilebilecek bir kitle hâline getirilmesi planlandı. “Alman olup, Türk kalacak” bu kitlenin devletin kontrolü altına alınması gerekiyordu. Böylelikle Almanya’daki devrimci-demokrat öz örgütlerin kamuoyu üzerindeki etkisi kırılacak ve güçlü bir “Türkiye lobisi” oluşturulacaktı. Nitekim 1980’li ve ardından gelen yıllarda kurulan DİTİB, Koordinasyon Kurulları, çeşitli dernek ve federasyonlarla bu hedefe önemli ölçüde ulaşıldı.
Bugün, İşçi Mübadele Antlaşması’nın 60’ıncı yılında Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanların önemli bir kesimi kendilerini Almanyalı olmaktan ziyade, Türkiye’nin bir parçası olarak hissediyor, ellerindeki yüksek satın alma gücü sayesinde Türkiye’yi bir “tüketim cenneti” olarak görüyor ve AKP-Saray-Rejimi’nin gönüllü lobiciliğini üstleniyor. Yaşadıkları coğrafyadaki sosyal ve politik mücadelelere ilgisiz, Türk milliyetçiliğine teslim olmuş bir kitle hâlinde Türkiye’deki toplumsal bölünmüşlüğü, ırkçı hezeyanları, savaş taraftarlığını ve “Reisçiliği” her gün yeniden üretiyor.
Elbette yazdıklarımız resmin sadece bir bölümünü ifade ediyor. Tersi de söz konusu, yani göçten kaynaklanan sorunlarını çözmek için, yer aldığı emek hareketi içinde, siyasi partiler ve öz örgütlerde mücadele eden küçümsenemeyecek bir kitle de var, ama yer darlığından burada bunu daha fazla açamıyoruz. Ancak yukarıda belirttiklerimiz Almanya’daki Türkiye kökenli göçmen kitlesinin önemli bir kesimi için geçerli ve demokratik göçmen hareketinin Mübadele Antlaşması’nın 60’ıncı yılında görmesi, dikkate alması gereken toplumsal realitedir.