Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırı pazarlıkları Ankara, Şam, Moskova ve Tahran hattında yaşanırken Özerk Yönetim ilan ettiği seferberlik çerçevesinde bölge hakları ile birlikte gelişen saldırılara cevap veriyor
Mehmet Emin Mutlu
19 Temmuz’da Tahran’da gerçekleştirilen Putin, Erdoğan ve Reisi üçlü görüşmesi, başta Kürt basını olmak özere bölge basınında, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yapılacak bir işgal hareketi kastedilerek ‘bir antlaşmaya varamadılar’ algısı üzerinden ele alındı. Gerçekten de verdikleri demeçler ve üzerine mutabık kaldıkları metinlere bakıldığında böyle bir sonuç ortaya çıkıyordu. Ama böylesi görüşmelerde esas konuların basına yansıtılmadığı gerçeği, göz ardı edilmişti. Özellikle 19 Temmuz’dan sonra Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük gerçekleştirilen SİHA saldırıları ve Rojava’nın, Kuzey Kürdistan sınırındaki köylerine dönük gerçekleştirilen havanlı saldırılar yaşanınca, herkes erken bir değerlendirme yaptığının farkına vardı.
Tahran sonrası artan saldırılar
Şüphesiz saldırılar, 5 Ağustos’ta Soçi’de gerçekleşen Putin ve Erdoğan arasındaki görüşmeye kadar sürdü. Tahran toplantısından Soçi’ye kadar defalarca bölgeye dönük SİHA ve havanlar ile bombardıman gerçekleşti. Tahran ve Soçi toplantıları arasındaki zaman diliminde 2’si çocuk, 17 yurttaş bu saldırılarda yaşamını yitirdi. Hakeza Soçi toplantısından sonra da saldırılar devam etti. Bu saldırılarda da 6’sı QSD savaşçısı, 8 yurttaş yaşamını yitirdi. Saldırılarda en dikkat çekici olan durum ise, saldırı şeklinde anlaşıldığı üzere birçok SİHA saldırısının istihbari bilgilere dayalı olması ve koalisyon güçlerinin fiziki olarak belirgin varlığının olduğu Cizre bölgesine saldırıların gerçekleşmesidir.
Tahran ve Soçi toplantısından sonra yaşanan bu saldırılar, saldırıların şekli ve mekânı göz önünde bulundurulduğunda özellikle Putin ve Erdoğan arasında bir planlama ve konsept üzerinde anlaşıldığı ve bu konseptin alelacele devreye konulduğu anlaşılıyor. Tahran’daki görüşmeden çıkan ortak söylemlerin hepsinde Suriye’deki Amerika varlığı ve bunun ile bağlantılı olarak ‘Fırat’ın Doğusu’ işaret edilmişti. Hiç şüphe yok ki burada kastedilen coğrafya ise Koalisyon güçlerinin belirgin bir şekilde varlığını hissettirdiği Cizre bölgesiydi. Zaten görüşmeden 3 gün sonra Qamişlo’da, DAİŞ’e karşı Uluslararası Koalisyon’un birçok operasyonuna komutanlık eden 3 QSD-YPJ komutanına dönük gerçekleştirilen SİHA saldırısı da Tahran toplantısının yol haritasını ele veriyordu. Hakeza Soçi toplantısından sonra gerçekleşen SİHA saldırılarının çoğu Cizre bölgesinde gerçekleşti ve diplomatik görüşmeler için Qamişlo’da olan KODAR Eşbaşkanlık Üyesi Rezan Cavid de bu saldırılarda yaşamını yitirdi.
Ankara-Şam’ın istihbarat ortaklığı
Yine Soçi toplantısı dönüşü Erdoğan’ın yaptığı açıklamaların çoğunda bir Rus planı olarak Şam ile istihbari görüşmelere ve ortak hareket etmeye vurgu yapılıyordu. Başta Rezan Cavid’e dönük saldırı ve QSD savaşçılarına dönük saldırılarda istihbari bir kurgu ve planlamanın olduğu görülüyor. Yine bu saldırılarda Şam muhaberatının izlerine rastlanıyor. Burada bir parantez açalım, İran’ın başta Kürtler olmak üzere muhaliflerine dönük kendi sınırları dışında gerçekleştirdiği önceki saldırılar biliniyor. Şerefkendi ve Qasimlo olayları hepimizin malumudur. Rusya, Türkiye, Tahran ve Şam hattında bu kadar mekik dokunurken, bir İran muhalifi Kürdün, üzerinde pazarlık edilen bu coğrafyada suikaste uğraması acaba bir tesadüf mü!
Yeni Adana Mutabakatı mı?
Bütün bu gelişmelere bakıldığında Moskova’nın Ankara’yı da memnun edecek yeni bir plan ile sahaya indiğini görebiliyoruz. Türkiye’nin direkt bir işgal saldırısı başlatması ve QSD’nin bunu bütün Suriye’ye taşıyacağı gerçeği düşünüldüğünde, böyle bir durum Moskova’nın çıkarlarına ters düşebilir. Farklı yöntemler ile Özerk Yönetim bölgelerinde Şam rejimini tekrar hâkim kılabilir ve Ankara’nın da payını vererek hoşnut tutabilirse, çıkarları riske atacak farklı girişimlere gerek kalmayabilirdi. Bu temelde başta istihbari ortaklık olmak üzere Ankara ve Şam hattında Kürt karşıtı ve Suriye’deki demokratik değişimleri engelleyecek ortak bir plana ihtiyaç vardı ve bunun öncülüğünü de Moskova yapacaktı.
Hatta istihbari ortaklığın da ötesinde, Erdoğan’ın söylemlerinden anlaşıldığı üzere (her ne kadar Şam hükümeti halen bunu kabul eden bir açıklama yapmasa da) Putin’in, Türkiye’nin Suriye’de Şam hükümeti ile ortak hareket etmesi temelinde yaklaşımlarının olduğunu ve eğer sonuç alıcı olursa Türkiye’nin bunu yapabileceğini ima eden söylemleri, Kürt karşıtı Adana Antlaşması’nı tekrardan gündeme getirdi. Ya da bu antlaşmanın canlandırılması olarak değerlendirildi. Yine istihbarat görüşmelerinin açıklamasının ardından Dışişleri bakanlarının telefon görüşmesi gündeme girdi ve Erdoğan ile Esad görüşmesi ısıtılıyor. Bütün bunlar bir araya getirildiğinde her ne kadar Rusya bu güçler için bir çözüm plana ortaya koydu gibi lanse edilse de bahsi geçen güçler arasındaki çelişkiler düşünüldüğünde şimdiden mutlak bir mutabakata varmalarının zor olacağı, varsalar bile hiçbir soruna çözüm olmayacağı aşikâr. Ya da şüphesiz bunu belirleyecek olan bölgedeki tek aktör Ankara ve Şam değil. Onun için yaşanan süreçte bunun pürüzsüz bir şekilde gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Ama yukarıda bahsettiğimiz gelişmeler de göz önünde bulundurulduğunda Rusya sponsorluğunda bazı girişimlerde bulundukları ve en azından bu süreç için bu duruşlarını devam ettirecekleri anlaşılıyor.
Mardin sınırındaki QSD eylemi
Ankara, Şam, Moskova, Tahran cephesinde Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük bu pazarlıklar yaşanırken şüphesiz Özerk Yönetim de oturduğu yerden gelişmeleri izlemiyordu. Özellikle bölgesi üzerinde yapılan kirli pazarlıkları ve saldırıları değerlendiren Özerk Yönetim, ilan ettiği seferberlik çerçevesinde bölge halkları ile olağanüstü bir hazırlık içerisinde ve gelişen bütün saldırılara cevap veriyor. Özellikle Tahran toplantısından sonra Cizre bölgesine yapılan saldırılara QSD’den cevap geldi. Paylaştığı görüntüler ile birlikte yaptığı açıklamada Mardin sınırında yaptığı eylemlerde 23 Türk askerinin öldüğünü ve intikam alındığını duyurdu.
Türk saldırılarının devam etmesi durumunda sadece Suriye’de değil, Türkiye sınırları içerisinde cevap vereceğini de ilan etmiş oldu. Hakeza saldırıların genişlemesi ve artması durumunda QSD’nin savaşı bütün alanlara taşıracağı gerçeğini de artık bilmeyen kalmadı. Böyle bir durumda alandaki Şam hükümet güçleri, hakeza Rus güçleri oturup izleyecekler mi? O kadar savaşın içerisinde kendi güçlerine, çıkarlarına bir zarar gelmeyeceğini düşünmüyorlardır herhalde. Ki Türk devletinin kaç defa Şam hükümet güçlerinin noktalarını hedef aldığını, Rus karargahlarının yakınlarını bombaladığı hepimizin malumu. Bunların hepsini bir tarafa bırakalım bölge halkları onların buradaki varlığını kabul edecek mi? QSD’nin yaptığı ve ilan ettiği eylemler, bir de buradan Şam-Ankara planına bakmayı mecbur hale getiriyor.