Hicri İzgören
Şairlerde sanki göç mevsimidir yaz. Birçok şairimizi bu mevsimde yitirdik… 20 yıl önce, 13 Temmuz’da kaybettiğimiz Ece Ayhan da böyle bir Temmuz sıcağında göçmüştü. Bu yazıda ona bir selam uçurarak analım istedim.
Onu kaybettiğimizde sadece sanat dünyası değil, onu tanıyan bilcümle muhalifler, horlanmışlar, sabıkalılar, saçları bir sözle örülüp bir sözle açılan kadınlar ağıt yaktılar.
Onu daha önce karşı kıyıya göçmüş, devlet dersinde öldürülmüş çocuklar karşılamıştır mutlaka demiştik… Bir teneffüs daha yaşasalardı tabiattan tahtaya kalkacak o çocuklar.
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında / Bir teneffüs daha yaşasaydı, / Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür / Devlet dersinde öldürülmüştür.”
Her şey orda dışındadır kuralın. Ne biat, ne itaat. Külliyen itiraz olarak geçilmiştir kütüklere. Bu yüzden her dem kaybetmeye meyilli. Çıkmazdır sokak belki ama yolun başında kararını vermiştir; yenilse de asla teslim olmamak.
Kuraldışılık sözde kalmayacaksa ne sisteme eyvallah ne kürk ne papyon ne de tapuda bir mülk. Yani mülkiye mezunu bir mülksüz. Onda şiirin bir tanımı da bu olsa gerek. Koro hazırdır artık.
Muvazzaf piyasa şairlerine inat sıkı ve sivil bir şiir. En az etik ve estetik kadar tarih bilinci de gereklidir. Önce resmi tarihe salvo atışlar gerek. Sonra atlasları getirin. Başka türlü bunca yalanla nasıl cebelleşilir.
“Yalnız Ortadoğu’da el altında satılan bir atlas / Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz.”
Çok kültürlü bir deney, kobay hayatın bizzat kendisi. Kolaya geçit vermez. Katettiği onca yolu yaya yürüdü, “oto” kullanmadı. Ne otorite, ne de otokontrol. Otobiyografi de yazmadı. ‘Huysuz ve asi’ olduğunu belirtmekle yetindi. Tüzüklerle çarpışarak büyüyünce asabiyet katsayısı yüksek oluyor demek. Çünkü resmi olanla kavgası vardı. Çünkü “şiirimiz mor külhanidir abiler.”
Mehmet H. Doğan, Onu: “Şiirini kurarken gereç olarak kullandığı uzak ya da yakın tarihten olaylar, kent yaşamından tablolar, tipler, çok kişisel gözlemler, özel adlar, anılar, uzak çağrışımlı eski sözcükler, onu neredeyse bir şiir sözlüğü kurmaya götürürken, bu, şiiri çoğunlukla kolay algılamalara alışkın sıradan şiir okuru önünde anlaşılmaz, kapalı bir duruma getirdi” diye tanımlar.
O bu tür kapalı şiir tartışmalarına da öfkelidir. Okur da bu öfkeden payını alır. Hor görmez ama cenderesine alır okuyucuyu. Yağma yok, okuyucu da biraz mürekkep yalamalı: “Okur ayak topu, at yarışları, polis hikayeleri, resimli romanlar vs. peşindedir. Onları oraya bugünkü şiir sürmüştür demek ineklik etmektir. Bu olgunun sorumluluğu elbet birtakım sarı kurumlarındır doğrudan doğruya, ama okurun da yok mu? Müşteri daima haklı mıdır?”
Taklit edilmez, kopyası yok. Benzeri olmayan kimlik. Tek başına bir cumhuriyet.
Hayatı kaç kez hatmetmiş. Sivil giysili bir şiir. Hiç devlet desenli gömlek giymemiş. Resmi ideolojiyle kavgası vardır. Ninnilerle değil, tüzüklerle çarpışarak büyütmüş şiirini. Devletin resmi şairleri taşlaya dursun, yolcu yolunda gerek. Yalınayak, ayakları yanarak.
Hem sosyal hem siyasal hem şiirsel hem düşünsel. Beyaza karşı karaderiliden yana hep, sarışına karşı karaşın. İlhamını dışlanmışlardan, horlanmışlardan alır. Dostları hal ve gidişleri sıfır olanlar.
Resmi olanla cebelleşmiş kendini bildi bileli. Biat ve itaat yerine külliyen itiraz olunca da hem nalına hem mıhına.
Şiirin sokak çocuğu. Hayatı yokluklarla hastalıklarla geçmiş. Kendini ‘parasız yatılılar’ kuşağının son temsilcisi sayar. Mülkiyeli bir mülksüz. Memuriyette tutunamamış. Şairliği meslekten saymıyorlar diye de epey zılgıt çekmiş. Olsun. Nasılsa sandukasında usta işi gazeller oyuludur. Yerini ve toprağını sevdi, gayri bu saksının yeri değişmeyecek. Unutmabeni çiçeği. Arasıra koklayalım, hatırlayalım, biraz yakın tarih soluyalım.
Şiirine, duruşuna, anısına saygıyla.