18 Mart 1915 tarihi ile sembolize edilen ‘Boğaz Harbi’, Türk milliyetçiliğinin mitolojisinde önemli bir yere sahiptir: Mehmet Akif’i takip eden İslamcı eğilimli milliyetçiler için modern Haçlı seferi karşısında iman gücünün galibiyeti, ırkçı milliyetçiler için Türklerin savaş kabiliyeti, laikçiler için Kemalizm’in şafağı… Solcu milliyetçiler ya da ‘ulusalcılar’ işi daha da ileri götürüp Bolşevik devrimini de Boğaz harbine bağlarlar. Buna göre İtilaf donanması ve ordusu, Çanakkale Boğazı’nda Miralay Mustafa Bey tarafından durdurulmuş, bundan ilham alan Rus proletaryası da ihtilal yapmıştır.
Bu fantastik mülahazalardan her birinin az da olsa gerçeklikle temas ettiği noktalar bulunduğunu teslim etmek gerekir. Boğazların kontrolü ile Rusya’nın güvenliği arasında bir bağ olduğu, bu gerçekliklerden biridir. Türkiye devletinin Boğazlar üzerindeki denetimi, 1936 tarihli Montreux (Montrö) Sözleşmesi ile belirlenmiştir. Montrö ve Boğazlar, geçtiğimiz günlerin yakıcı gündemini oluşturdu. Meclis Başkanı Mustafa Şentop, İstanbul Sözleşmesi bahsi üzerine konuşurken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi başına Montrö Sözleşmesi’ne de son verebileceği iddiasında bulundu. Bunun üzerine 104 emekli amiral bir bildiri yayınlayarak Montrö’nün önemine dikkat çektiler.
Emekli amiraller bildirisi yayınlandığı esnada, Karadeniz’in kuzey sahillerinde önemli bir askeri hareketlilik yaşanmaktaydı. Ukrayna’nın güneydoğu sınırında Rus askeri yığınağı hız kazanmış, Rus dışişleri, ‘Ukrayna’yı yerle bir ederiz’ uyarısında bulunmuş; Ukrayna devlet başkanı Zelensky ise NATO’yu yardıma çağırmıştı. İmzacı amiraller arasından on kişinin gözaltına alınmasının hemen ertesinde ise rotasını Ukrayna kıyılarına çevirmiş iki ABD savaş gemisinin Boğazlardan Karadeniz’e geçiş yapmakta olduğu haberi geldi. Ulusalcı fantezilerle yoğrulmuş amiraller, belli ki her bir imzanın Boğaz tabyalarından bir top atışına tekabül edeceği hesabını yapmışlar fakat bu metaforik savunma, bu kez ABD donanmasını durdurmaya yetmemişti. Kremlin, bu gelişme karşısında Montö sözleşmesi hükümlerini hatırlatma ihtiyacı hissetti.
Bu konjonktürü, Ukrayna-Rusya sınır bölgesinde ve Karadeniz’de uzun yıllar sürmesi muhtemel yeni bir stratejik güç mücadelesinin başlangıcı olarak okumak doğru olacaktır. Bu çerçevede Boğazların giderek daha fazla askeri trafiğe sahne olması yanında NATO ve ABD tarafından Montrö sözleşmesi hükümleri üzerine bazı değişiklik taleplerinin öne sürülmesi de beklenmelidir. Özetle, ne Şentop’un beyanı bir dil sürçmesi ne de emekli amirallerin bildirisi anlık bir heyecan ifadesinden ibarettir. Küresel güçler arası mücadelenin yeni sahnesi olarak Karadeniz ısınmaktadır ve yakın zamanda soğuması da beklenmemektedir.
Bu köşede, 13 Mart 2021 gününde yayınlanan yazı, ‘donanma fobisi tetiklenebilir’ ifadesiyle bitiyordu. Orada özetle, Erdoğan’ın kendisini Abdülhamit’in reenkarnasyonu olarak tahayyül ettiği, bunu yaparken Abdülhamit’in birçok zaaflarıyla birlikte donanma fobisini de miras olarak içselleştirdiği gösterilmişti. Bu fobi, son yıllarda ‘mavi vatan’ tezinin hayata geçirilmesi gayretleri içinde bir süre teskin edilebildi. Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya aktarılacak doğal gaz kaynakları üzerinde hak iddiası doğuracağına inanılan bu tez çerçevesinde Avrupa ülkeleri ile yer yer askeri nitelik de arz eden sürtüşmeler yaşandı. Libya iç savaşında askeri taraf olma faaliyeti de ‘mavi vatan’ tezi ile meşrulaştırılıyordu. Bu çatışmalı döneme nokta konmuş bulunuyor. Avrupa Birliği temsilcileri ile sarayda yapılan toplantı, aslında ‘mavi vatan’ tezinin de finaliydi. Taahhütlerin samimiyeti, verdiği kurbanlardan anlaşılır.
Emekli amirallerin isyanı, birçok biçimlerde yorumlansa da aslında iki uluslararası eksen çerçevesinde anlam kazanmaktadır: Mavi vatan macerasının sonu ve Karadeniz’de yeni başlayan çatışmalı dönem. Erdoğan yönetimi belli ki hem Avrupa Birliği’ne hem de ABD yönetimine bundan sonra izleyeceği sadık müttefik tavır üzerine taahhütlerde bulunmuştur. Emekli amirallerin hem Montrö hem de mavi vatan ısrarı, bu taahhütlerle çelişmektedir. Boğaz tabyalarından top atışı yapayım derken eldeki lojmandan olmuşlardır. Üstüne bir de Erdoğan’ın donanma fobisi hesaba katıldığında ‘Montrö gazileri’, bu badireyi böyle minimum bir hasarla atlatabilirlerse kendilerini şanslı saymaları gerekir.