Özgür Müftüoğlu
Erdoğan, TRT ortak yayınında katıldığı programda aklından geçeni çok net olarak ifade etti: “Parlamenter demokrasi artık bizim için mazi oldu.” Bu sözler, bir niyeti ya da özlemi ifade etmenin ötesinde, yasama-yürütme-yargı erklerini tek başına elinde bulunduran “tek adam”ın alenen monarşi (Bir hükümdarın devlet başkanı olduğu yönetim biçimidir. Saltanatın bir diğer adıdır) ilan etmesidir!
Konuşmanın üzerinden 10 gün geçmesine rağmen, monarşiyi ilan eden bu sözlere karşı ne “cumhuriyetin faziletleri” ezberletilerek büyüyen nesillerden oluşan halkımızdan ne de “cumhuriyeti yaşatma” üzerine namusu, şerefi üzerine yemin etmiş kamu görevlilerinden, yargı mensuplarından, parlamenterlerden bir tepki geldi. Bu durum ne yazık ki, toplumun Erdoğan’ın sözlerini “malumun ilanı” kabilinden kabullendiği ve dolayısıyla adeta monarşinin benimsenmiş olduğu duygusunu yaratıyor.
Mafya elebaşısının tefrika haline gelen itiraf ve ifşasındaki karanlık/kirli ilişkileri bir televizyon dizisi gibi izleyen; yurttaş olmaktan tebaa olmaya dönüşün vurdumduymazlığı ile tepkisini, “mafyanın aylığa bağladığı milletvekilinin kim olduğu”nu sorgulamaktan öteye götüremeyen bir halkın hazin durumuna tanık olmanın karamsarlığı içinde boğulduğumuzu hissediyoruz.
Hele cumhuriyetin kurucu partisi olmakla böbürlenen ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanının bu süreçte aldığı tavır saç baş yolduruyor! Ne diyor CHP’nin genel başkanı Kılıçdaroğlu? Cümleleri aynen şöyle: “Ülkemiz iktidarın mafya ve çetelerle giriştiği magazinsel ilişkilerin elinde can çekişiyor. Her yerde erken seçim isteyeceğim. Başka çarem kalmadı.”
Nasıl biçare bir hal!
Kendisinin de itiraf ettiği gibi ülke can çekişirken ana muhalefet partisi tek çareyi seçimde görüyor. Oysa Erdoğan’ın ilan ettiği, kendilerinin de gereken tepkiyi göstermeyerek adeta onayladığı monarşide, seçimin hiçbir anlamı olamaz! Parlamenter demokrasiyle birlikte seçimlerin de mazide hoş seda olarak kaldığını görmemek için sadece kör değil, akıldan da yoksun olmak gerekir.
Türkiye’nin en köklü siyasi yapısı, ikinci büyük partisi akıldan, öngörüden bu denli yoksun bir siyaset izleyebilir mi? İzler, izliyor da!
Kılıçdaroğlu’nun son yıllarda parti adına kurduğu cümlelere dikkat edilirse hemen tümünü birinci tekil şahısla dillendirdiği görülür (…onaylamıyorum, erken seçim isteyeceğim, başka çarem kalmadı…gibi). Bunun yarattığı algı tabiatıyla Erdoğan’ın ülkede inşa ettiği tek adam rejiminin CHP’nin içinde de Kılıçdaroğlu tarafından kurulduğu olacaktır. Demokrasiden uzak tüm yönetim biçimleri ister ülke ister parti ister sendika ya da aile olsun akıl dışılığa, öngörüsüzlüğe açıktır.
Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle, ülkenin karanlık ilişkiler nedeniyle can çekişecek noktaya gelmesinin gerçek nedeni demokrasiden, adaletten, insan haklarından uzaklaşılmış olmasıdır. Burada çözüm, tek bir merkezden, ana muhalefeti kendi kişiliğinden menkul sayan bir anlayışın, demokrasinin tecelli etmesi için hiçbir hükmü kalmamış olan seçim sandığını hedef göstermesi değildir.
Monarşiye karşı çözüm, fiili bir mücadeleyle mümkün olabilir ancak! Tüm halkların siyasal ve kültürel haklarını; emekçi sınıfın ve ezilen kesimlerinse ekonomik ve sosyal haklarını mahallelerden, işyerlerinden başlayarak ortaklaştıracağı fiili bir mücadele!