baştan söyleyeyim, bu çok kişisel bir yazı. bakırköy kadın kapalı cezaevi’ne teslim olduğumda, ocak sonuydu, kışı orada bitirdim, baharı devirdim, yazı eskişehir çifteler kadın açık cezaevi’nde karşıladım. bakırköy’ün müdürü, ilk gün, beni altı ay sonra açık cezaevine sevk edeceğini söyledi. avukatlar sağolsun, dört ay tutabildi. bakırköy’de hücrede kaldım, çifteler’de çocuklu koğuşunda. farklı köklerden, farklı maceralardan kadınlar tanıdım. çekpas hâkimiyetim gelişti, çamaşır suyuna olan güvenim arttı. bakırköy’de sevdiğim müzikleri radyodan, çifteler’de daha önce hiç duymadığım şarkıları canlı dinledim. bol bol okudum, tabii ki volta attım, gazete kağıdı, diş macunu ve mandalla pencereme güneşlik yaptım. bazen de sadece ceza yattım. ne boncuk ne ip örme; hiçbir elişini beceremedim ama arkadaşlar sayesinde, bileğim hiç boş kalmadı. salıları görüşü, perşembeleri telefon görüşmesini, cumaları postayı bekledim, başka arkadaşlarla birlikte, açlık grevindekilerden haber almaya çalıştık, zaman zaman lokmalar boğazımızda büyüdü. mart başından itibaren gazetemiz de, mahkumlar arasında haberleşmeyi sağladığı falan gibi gerekçelerle verilmez oldu
insan cezaevinde gözyaşlarını tasarruflu kullanmalı; ben de sadece bir kere, bakırköy’den ayrılırken, arkadaşlarım beni uğurlamak için kapılara vurduğunda, azıcık ağladım. çifteler’e girerken çıplak arama yapmak istediler, itiraz ettim. bir siyasi mahkum olarak, cezaevine uyuşturucu/uyarıcı madde sokmaya çalışmayacağım için değil; x-ray cihazıyla kolayca halledilebilecek bir işlem, aşağılayıcı ve rahatsız edici bir uygulamaya dönüştürüldüğü ve bunu kimse hak etmediği için.
ben çifteler’e giderken, allahın işine bakın ki, evrakım hendek açık cezaevi’ne gitmiş. böylece bayramı içeride geçirdim. açık cezaevinde dışarıyla telefonla konuşma imkânı var; açlık grevinin bittiğini orada öğrendim, yanımda duygu ve düşüncelerimi paylaşacak kimse yoktu. ara sıra dilekçe yazdım, okuma-yazması olmayanlar için telefon numarası çevirdim, bazen de çocuk eğledim. toplumun, suçtan başka ayakta kalma yolu göstermediği kadınların yanı sıra, ekonomik krizin cezaevine sürüklediği kadınlar da tanıdım. dışarı çıktığımda ben de fiyatlara şaşırdım.
çok mektup aldım, yazan herkese, en çok da cezaevinden yazanlara, yararlı önerileri, mektuplara ekledikleri resimler, fotoğraflar için teşekkür ederim. dışarıdan yazanlar arasında en çok neyi özlediğimi soranlar oldu. insan birçok şeyi, sevdikleriyle sohbeti, gündelik hayatın küçük konforlarını falan özlüyor tabii. ama oradaki arkadaşlarımı; bakırköy’deki, duvarına sevdiklerimin fotoğraflarını yapıştırdığım hücremi; açık görüşün insanı uyutmayan heyecanını; havalandırmadaki sohbetleri; telefona ya da spora giderken, gerçek bir gezinti keyfiyle geçtiğimiz koridoru; çifteler’in, ankesörlü telefonların dizili olduğu maltasını; şarkılarla küfürlerin birbirine karıştığı bahçesini ve en önemlisi, hakimlerin, savcıların hep cezaların en ağırını layık gördükleri, “suçlu” ve güçlü kadınları da özleyeceğim. çünkü hayat, gündelikten, olağandan ve alışıldıktan ibaret değil.
cezaevinde çok sık duyduğum sözlerden biri; “herkesin yükü kendine ağır” oldu. yine de, benden çok çok daha uzun süre, çok çok daha kötü koşullarda hapis yatanlar bulunduğunu ve onlar için işlerin çok zor olduğunu, birçoğunun hayatının parçalandığını unutmuyorum. ne olur siz de unutmayın. ama şu da var; attila ilhan, sanırım tutuklunun günlüğü adlı şiirinde, “dövülmek kanlıdır dövülmekten de kanlıdır dövülmek korkusu” der. onu da hatırlayarak söylemek isterim; korkacak bir şey yok. mesleğim gazetecilik ama cezaevine gazetecilik faaliyetlerimden dolayı değil, bir gazeteyle, özgür gündem gazetesiyle dayanışma kampanyasına katıldığım için girdim. başta da söylediğim gibi, mola da yola dahil, ama aslolan yol ve o yüzden bir kere daha tekrar edeyim; türkiye, dünya üzerinde, en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu ülkelerden biri. bunların önemli bir kısmı, kürtlerin gerçekliğini aktarmaya çalıştığı için hapiste ve çoğunun adını bilmiyoruz.