Kadının eşit yaşam koşullarına erişmek için verdiği mücadele, dünyanın her yerinde destansı bir karaktere dönüşmüş ve tarihe büyük bir direniş olarak geçmiştir.Aynı ülkede, aynı mahallede, aynı ailede, aynı evde doğmuş olmasına rağmen kadın görünmez kılınmış ve erkeğin yedeği olarak görüldüğünde bile, varlığı“yok”hükmünde sayılmıştır.Bugüne baktığımızda ise kadın verdiği mücadele sonucunda yaşamın her alanında kendini var edebilmenin gururunu yaşamaktadır.
Tabii ki var olmak için verilen mücadele, çok kolay gerçekleşmeyen ve hala da devam edegelen bir süreci kapsamaktadır.Diri diri yakılıp ve toprağa gömülmekten, ikinci sınıf muamele görmekten, doğumuna yas tutulmaktan,lanetlenmekten ve de ucube olarak görülmekten kurtulmak elbette ki çok kolay bir şey değildir.Her zaman ve mekânda bu cinsiyetçi uygulamalarla, ancak ötekileştirilerek yok edilmeye çalışılan demokratik özün temsili olan kadın; karalanmaya çalışılmış tarihi beyaza çalmanın mücadelesini amansız yürüterek bugün ki yaşam zenginliğine ulaşmış ve toplumu da bu seviyeye getirebilmenin gayreti içerisine girmiştir. Tarihe geçen birçok olayda, kullanılan zor aygıtlarına karşı büyük direnç göstererek kahramanlık örneği sergileyen kadının adının dahi anılmasından çekinilmesi onun vermiş olduğu mücadelenin yaratacağı toplumsal eşitlikten ve erkeğe vaadedilmiş iktidarın sarsıntıya uğratılmasından korkmaktan öte başka bir anlam taşımamaktadır.Bugün alanlarda kutlanan 8 Mart buna en güzel örnektir.
Eşit haklarla çalışmakta ısrar eden fabrika işçisi kadınların Amerika da girdiği grevde diri diri yakılmasından sonra elde edilen haklarla gelen zafer tacı, geçmişten günümüze kadının taşıdığı en güzel zafer meşalesidir ve hala yakılı tutulmak için büyük bedeller verilerek günümüze taşırılan bir mirastır.Yani kadında gelişen direnci yok etmek için kuşkusuz şiddet ilk seçenek olmuştur.Gelişen bunca ağır saldırıya rağmen, kullanılan ideolojik ve fiziki argümanlara karşı mücadele geliştirip bu saldırıları bertaraf edebilmek hepimizin gıpta ile baktığı bir durum olmaktadır.Gelişen, sözde modern ama özde gerilikçi yüzyılda, kadına yönelim farklı şekiller almıştır. Eskiden kadının sırtından eksik edilmemesi gereken yegane argüman sopa iken bugün bunun yerini eğitim, sağlık, kültür ve basın yayın gibi ideolojik şiddet aygıtları ve bilim teknik araçları ile geliştirilen yöntemler almaktadır. Hala Türkiye’de birçok kadının erkeklik güdüleri yüzünden katledilmesine şahit olmamızın yanı sıra bir de sözde yenilikçi ve ilerici yöntemler sebebiyle de kadının yaşamını yitirmesine tanıklık etmekteyiz.Kendini güçlendirmek ve daha fazla sistematize etmekle meşgul olan kapitalist modernite esasta kendi için kukla erkek profili yaratarak ve erkekliği hortlatarak varlığını devam ettirmekte, kadını da bir cins olmanın ötesinde özünde taşıdığı değerler nedeniyle tehdit olarak ele alıp, bu değerlerle beraber yok etmeyi hedeflemektedir.
Bizler şiddeti sadece sopa olarak ele aldığımız sürece de bu yok etme çabaları daha da geliştirilip uygulanmaya devam edecektir.Aslında yok edilen kadın değil aynı zamanda erkektir, kültürdür, değerlerdir ve de toplumdur.Var edilmeye çalışılan ise erkek adı altında erkekliktir, modern Leviethandır, yani devlettir.Devlet esasta kendi sürdürülebilirliğini sağlamak için önüne gelen her şeyi bir malzeme olarak kullanmayı adet haline getirirken kendini malzeme haline getirmekten gocunmayan bizler ise onu beslemeyi bir yaşamsal ihtiyaç olarak görmenin ötesinde bir tehlike olarak göremeyecek durumdayız.Bu nedenledir ki devletçi sistemin sonucu olan yaşadığımız sorunları bir sistem sorunu olarak ele almaktan ziyade, yaşanan tüm sorunları dışarda aramakta ve dış etkenlerle izah etmekteyiz.Yaşanan ekonomik krizlerden tutalım da savaş ve işgale kadar, kadın şahsında gelişen katliamlardan tutalım da ekolojik sorunlara kadar, cinsiyetteki sapmalardan tutalım da çocuk istismarına kadar her şeyin sorumlusu devlet ve yaratmış olduğu algılama ve anlayışlardır.
Doğal olarak günümüzde çok sık kullanılan bir kavram olan “Kadına Uygulanan Şiddet”in de tek sorumlusu devlettir ve bunu bilerek evriltip daha yaşamsal kılmaktadır.Yani içimizdeki devlet iyi teşhis edilmemeden tedavi için alınan her ilaç bu virüsü daha da güçlendirecektir.Bu nedenle 25 Kasım evresinde içimizde yaşayan canavarı bir kez daha gözden geçirip sebeplerine daha derinlikli inmenin, bu virüsü daha fazla güçlenmeden yok etmenin zamanıdır. İş alanlarından eve, okuldan hastanelere, mahkemelerden sokaklara tüm alanlarda açığa çıkan zora, şiddete ve şiddet aygıtlarına kadın olarak dur diyelim ki; özümüzle; yani kültürümüzle,tarihimizle, genlerimizle, duruşumuzla ve konuşmamızla kadın olabilmeyi başaralım!!!