Yerine kayyum atandıktan sonra tutuklanan DBB Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, Eşbaşkanlık görevine başlamasının yıl dönümünde cezaevinden bir mektup yazarak yaşananları anlattı
31 Mart yerel seçimlerinde yüzde 63 oy oranıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi (DBB) Eşbaşkanı seçilen Selçuk Mızraklı, 19 Ağustos 2019’da görevden alınarak yerine kayyum atandı. 21 Ekim 2019’da gözaltına alınan Mızraklı, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Mahkeme itirafçı Hicran Berna Ayverdi’nin beyanlarını ‘samimi’ bularak Mızraklı’ya, hakkında “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla 9 yıl 4 ay hapis cezası verildi.
Mızraklı, mazbatasını aldığı 16 Mart 2019 tarihinin yıl dönümünde, AKP hükümetinin kayyum politikaları, belediye yönetimini devralmalarının ardından yürüttükleri çalışmaları anlatan bir yazıyı Mezopotamya Ajansı’na gönderdi.
Mızraklı’nın “Korkuyu korkutan korkusuzlar, korkaklara cevap veriyor” başlıklı yazısı şöyle:
“Bilindiği üzere geçen yıl 31 Mart seçimlerinde yüzde 63 oy oranıyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni yönetmeye hak kazandık. 16 günlük bir oyalamadan sonra 16 Nisan 2019 tarihinden itibaren mazbatamızı alarak resmi olarak göreve başladık.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olarak, katılımcı, eşitlikçi, adaletli ve şeffaf bir anlayışla hareket edeceğimizi, bizlere oy veren, vermeyen ayrımı yapmayan bir anlayışla hareket edeceğimizi, bu anlayışı tüm çalışma alanlarında göstereceğimizi halka deklare ettik.
2016 yılındaki birinci kayyım darbesi ve 2 buçuk yıllık bir gasp döneminin ardından yeniden kentimizi Amedliler yönetecekti. 1 Kasım 2016 tarihi itibariyle halkın demokratik seçimi yok sayılarak, kentimiz sömürgeci mantıkla merkezden atanan bir kayyım tarafından yönettirilmeye çalışılmıştı. Halkın seçtiği belediye eşbaşkanlarımız ise tutuklanma ve sürgünlere maruz kalmışlardı. Gönül rahatlığıyla buradan bir kez daha söylemek isterim ki; eşbaşkanlarımız ne sevgili Gülten Kışanak ne de Fırat Anlı’nın hiçbir dava dosyasında, belediyelerde yolsuzluk, hırsızlık veya herhangi bir yere para aktarma gibi bir şey bulunmamıştır. Arkadaşlarımız, belediye çalışmaları değil, düşünce ve ifade özgürlüklerini kullandıkları, halkların çıkarını her zaman önceledikleri için görevlerinden uzaklaştırılmışlardır. Bizler de bu mücadelenin haklılığı ve meşruluğunun farkında olarak, onların bıraktığı yerden çalışmalara devam etmek için aday olduk. Halkın göstermiş olduğu mücadeleden güç alarak yerel yönetim çalışmalarına başladık ve seçime hazırlandık.
Dişimizle, tırnağımızla, halk olarak, birlikte çalışarak ve birçok bedel ödenerek bugünlere gelinmiştir. 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde HDP’nin aldığı oy oranı, halkın mücadelesindeki ısrarı, haklılığı ve mücadelesinin meşruluğu bir kez daha ortaya konulmuştur. Ve heyecanla yürüdüğümüz bu yolun sonuna ancak bedeller ödeyerek varacağımızı bildiğimiz gibi, zaferi de elde edeceğimizi biliyoruz. Bundan dolayı bu yol kutsaldır.
Bizler 31 Mart 2019 seçimlerinden sonra 16 Nisan’da mazbatamızı alıp belediye yönetimini devraldığımızda, ilk olarak halka karşı bir sorumluluk içerisinde olmanın bilincindeydik. Bundan dolayı 2 buçuk yıllık zaman diliminde, aksatılan, yapılmayan hizmetleri yapma, yeni programla çalışmaları yürütmenin ve geleceği ilmek ilmek birlikte örmenin heyecanıyla çalışmalarımıza başladık. Bu çalışmaları yürütürken de temel ilke ve değerlerimize göre hareket ettik. Bu değerlerimizden birkaçı yerinden ve birlikte yönetim anlayışını tekrardan hakim kılmaktı. Şeffaflık ve hesap verebilirlik, katılımcı ve adil bir yönetim anlayışıyla cinsiyet eşitlikçiliği ön planda tutarak, çok dilli ve kültürlü bir program çerçevesinde, ekolojiye zarar vermeden, halkın ekonomisine katkı sağlayan, sürdürebilir halkçı bir anlayışla çalışmalara başladık.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi olarak, katılımcı, eşitlikçi, adaletli ve şeffaf bir anlayışla hareket edeceğimizi, bizlere oy veren, vermeyen ayrımı yapmayan bir anlayışla hareket edeceğimizi, bu anlayışı tüm çalışma alanlarında göstereceğimizi halka deklare ettik.
Katılımcı yerel yönetimler anlayışımızla seçimler öncesinden başlayarak, kentteki tüm bileşenler, dernekler, STK’ler ile görüşerek, demokratik değerler ışığında eşitlikçi ve adaletli bir anlayışı geliştireceğimizi ve çalışmaları birlikte yapacağımızı belirttik. Rant için değil, halk için bir belediye anlayışıyla hareket edeceğimizi, kentte yaşayan halkın yaşam kalitesini arttırmak amacıyla kent kaynaklarını ve üretimlerini sunacağımızı, kentleşmeyi rantçı bir anlayışla değil, halkın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, ekolojik dengeyi de bozmadan kentimizle bütünleştireceğimizi, çağdaş, yenilikçi bir kentin yanı sıra bir de mimari dokuya uygun bir kentleşmeyi esas almayı amaçladık. Sadece halka adil bir hizmet anlayışıyla çalışmalarımıza başladık.
Bizler belediyelere gittiğimizde, tahmin ettiğimiz gibi, içi boşaltılmış bir belediye teslim aldık. Aslında ilk görünen hırsızlık ve yolsuzluklarla, kasalar boşaltılmış, belediye mülkleri yandaşlara peşkeş çekilmiş veya satılmıştı. Ancak bunlardan daha kötüsü, kentin yönetimsel ve kültürel olarak 2 buçuk yıl kayyım döneminde sömürge valiler eliyle yürütülen bir soykırıma maruz kalmasıydı. Kayyım politikasıyla maneviyatımıza, kültürümüze, dilimize saldırılar yapıldı. Tarihimize yapıldı. Geçmişimiz unutturulmak, bizler köksüzleştirilmek istendik. Çocuklarımız anadillerinden uzaklaştırılırken, gençler kültürümüze yabancılaştırılmak ve kadın kazanımları yok edilmek istendi. Erkek erkinin hakim olduğu bir sömürü düzeniyle, tüm yerelimize sirayet etmek istediler. Kapitalist sistemin pratikleriyle de kadınlar üzerindeki baskı ve zulmü her geçen gün daha da arttırmaktaydı. 2016 kayyım dönemiyle birlikte daha önceki belediye yönetimlerimizce yapılan kadın çalışmalarının tümü sonlandırılmış, erkek egemen sistem tüm kadın çalışmalarına hakim kılınmaya çalışılmıştı.
Yerel yönetim çalışmalarıyla bir nebze de olsa nefes aldırılmak istenilen kadın çalışmaları boğulmak istenmişti. Sadece kadın çalışmaları değil, halkların kültürel değerleri üzerinde de bir asimilasyon ve soykırımcı bir politika izlenmişti. Bizler de böyle kötü bir dönemde yerel yönetimleri devraldık. Tamamen soykırım, imha ve inkara dayanan bu politikalara karşı ilk işimiz, kadın daire başkanlığını yeniden hayata geçirmek oldu. Michel Foucault’unda dediği gibi; “Tek gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başını sokabileceği, sığınabileceği tek ev, çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir” sözünden hareketle de anadilde hizmet ve çok dilli hizmet anlayışımızı yeniden hayata geçirmek için çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Yerel yönetimler halkın yaşam alanlarıdır. Yerel yönetimler kentin caddeleri, sokaklarıdır. Geçmişidir, yeniden yaratılacak bir geleceğidir. Bizler de bunların bilinciyle geçmişi direnişçi geleneğimizden, mücadeleci bir ruhumuzdan aldığımız güçle bunlara karşı durduk.
Kayyımlar yani sömürge valiler, kimliksizleştirme politikalarını dayatırken, aynı zamanda Türk ırkçılığını İslamiyet ile birleştirerek, Kürtler üzerinde, halklar üzerinde yeni bir kimlik ve kültür geliştirmeyi amaçlamışlardı. Bundan dolayı bol bol sahabe vurgusu yapılmış, dini söylemler ön plana çıkarılmıştı. Bizler ise kültürel soykırıma karşı 3 aylık süreçte çok dilli bir kültür politikasını esas aldık.
Bunların yanı sıra yine yerel yönetimlerde kentin tüm kesimlerinin katılımının önemini bildiğimizden, ilk işimiz kent konseyini yeniden hayata geçirmek oldu. Kentin tüm STK’larıyla görüşerek, Kent Konseyi’nin seçimini gerçekleştirdik. Kent Konseyi üzerinden, kadın, gençlik ayrımı yapmadan tüm kenti bu sürece dahil etmek istedik. Gençlerin kültürel, sosyal ve eğitimle ilgili sorunlarına önem vererek çözmeye çalıştık. Seçimler öncesinde söylemlerimizde dile getirdiğimiz, kütüphaneler oluşturmak, gençler ve çocuklar için doğa ve bilim kampları düzenleyerek çalışmalarımıza başladık. Bunun yanı sıra en büyük sorun olan işsizliğe ise çözümler için STK’larla görüştük. İş istihdamlarını oluşturmak için projeler geliştirdik.
Yerel üretimin korunmasına ve yerel ekonominin geliştirilmesine yönelik adımlar atarken ekolojik bir kent konseptini de unutmadık. Kayyım döneminde askıya alınan katı atık projesini hızlandırmak, güneş enerjisi üretimi için güneş tarlalarını kurmak için girişimlerde bulunduk. Yerli üreticiyi desteklemek, tüketicilere ise sağlıklı ve ucuz ürün ulaştırmak için ASM (Aracısız Satış Merkezleri) kurmak için ilk adımları attık. Kooperatifler oluşturmak isteyenlere destek vermeye çalıştık. Bunların yanı sıra Sarmaşık Derneği gibi kentin kanayan yarasına derman olmaya çalışan derneğin yeniden kurulması için çalışmalar yürüttük.
Yaşadığımız kent her gün büyürken, ulaşım sorunu da artıyordu. Bizler de bunu önlemek için yeni bir otobüs hat güzergahını düzenlerken, 50 yeni otobüs alımı için anlaşmayı yaptık. Bunun yanı sıra Hafif Raylı Sistem üzerine de çalışmalara başlamıştık. Tüm bunları yaparken de kayyımın bu kentteki yolsuzluklarını da ifşa ediyorduk. İhalelerdeki hırsızlıklarını, 2 buçuk yıl boyunca yapmadıkları hizmetleri tek tek ifşa ettiğimizden dolayı da bizlere saldırıyorlardı.
Bizler rant değil, halk belediyeciliği yapmak istiyorduk. Yani onların yapmak istediği belediyeciliğin tam tersini uygulamak istiyorduk. Anadilde eğitim veren kreşlerimizi kapattılar. Gençleri kendi kimliklerinden soyutlamak istediler. Kürtçeyi ve halkların konuştuğu tüm dilleri belediye çalışmalarından soyutladılar. Kadın kazanımlarını yok ettiler. Evet, kasası boşaltılan, arazileri yağmalanan bir belediye de bıraktılar ama kasalar dolar, araziler yeniden alınırdı. Ama 12 Eylül darbesinde bile başaramadıkları soykırımı devreye koymuşlardı.
Bizler, işte ilk olarak bu soykırıma karşı çıktık. Bu politikaları boşa çıkarmak istedik. İşte bundandır tüm kinleri. İşte ondandır bu kayyım sevdaları. Bizler talan ve yalan rejimlerini sürdürmek isteyenlere karşı toplumsal belediyecilikle cevap verdik. Onlar da 4 aylık kısa bir sürede kayyım atayarak, Kürtlere, bölge halklarına olan düşmanlıklarını bir kez daha gösterdiler. Tüm bunlara rağmen zindanlarda da olsak, yine korkuyu korkutan korkusuzlar olarak onlara cevap veriyoruz. Direnişimizle, demokratik siyasetimiz ve mücadelemizle kazanan biz olacağız.”
Kaynak: MA