Tiyatrocu ve oyuncu Bülent Emrah Parlak ile mizahı, tiyatroyu, ülkenin hallerini ve erdemi konuştuk:
Nezahat Doğan
Yaşadığımız ülkede nasıl bir süreçten geçiyoruz? Nereye doğru gidiyoruz? Gün içerisinde belki de sık sık hepimizin birbirine sorduğu soruların başında geliyor. Siyasetten ekonomiye, tiyatrodan sanata, sağlıktan eğitime kadar bir sorun yumağının içinde debelenip duruyoruz. Ancak tekleştikçe sorunlar yükümüz ağırlaşıyor. Birlikte, yan yana durabilme, sorunları ortaklaştırma, çözüm yollarını aramaya başladığımız zaman güçleniyoruz, sesimiz daha güçlü çıkıyor. Demokrasinin nefessiz bırakıldığı andaki nefeslerden biri de sanat. Aslında toplumun gücü… Yani belleğimizdir sanat… İşte bu sorumluluğu hem yazdığı Kertenkele Savunması kitabıyla mizahi dilde 6 öyküyü kaleme alarak bir metafor kuran, aynı zamanda oynadığı skeçlerle gerçekleri mizaha dönüştürüyor tiyatrocu ve oyuncu Bülent Emrah Parlak. Bir de tabi BluTV’de yayınlanan Acans komedi dizisiyle biraz da nefes olmaya çalışıyor.
Gülmeye hasret kaldığımız, nefes alacağımız alanların tıkandığı bu zaman diliminde, Bülent Emrah Parlak ile ülkenin gidişatı, sanatı, tiyatroyu, Kürt sorununu, pandemiyi konuştuk.
En çok ‘Çok Güzel Hareketler’deki performansınızla hafızalarımızda yer edindiniz. Ancak şimdilerde ekranlara baktığımızda komedi ya da mizahi tarzda bir üretkenliğin olmamasının sebebi?
Buna birçok açıdan cevap verebilirim. Bir kere sektörün teknik aksaklıklarıyla bağlantılı bir cevabı var, kendi iç işleyişiyle ilgili de bir cevabı var. Ülkenin genel durumuyla da ilgili bir cevabı var. Öncelikle teknik olarak şunu söylemek gerekirse: televizyonlarda birkaç senedir komedi işleri yok! Bir iki skeç programı dışında komedi dizisi ya da herhangi bir komedi işi maalesef yer alamıyor. Çünkü şöyle bir gerçeklik var; dünyanın neredeyse hiçbir yerinde olmayan bir dizi süresi durumuyla biz karşı karşıyayız. Yani iki saatten fazla dizilerin süresi. Burada komedi bu kadar uzun dizi süreleri içinde kendine yer bulamıyor ne yazık ki. Çünkü haftada iki buçuk saat hiçbir iş güldüremez.
Neden?
Şöyle güldüremez. Güldürebilir ama hafta içinde o güldürmek için hazırlayacağı, yazacağı diziye zaman bulamaz. Oyuncu oynarken perişan olur. Çünkü başka bir temposu vardır komedinin. Diğer taraftan ülkemizde son zamanlarda birçok şeyin üzerinde baskı var. Komedi ve mizah her zaman muhalif yönü olan bir olgudur. En çok etkilenenlerden biri de sanat içinde komedidir. Çünkü bir şey söylemen gerekir. Bir şey söylemeseniz bile bir şey söylemeniz gerekir. Bu da çok imkan vermiyor bu duruma.
İtiraz eden bir tiyatrocusunuz. Var olan sistemde bu bir handikap mı?
Handikap neye göre handikap! Eğer bazı kazançlar sizin için çok önemliyse, sistem içerisinde bu sistemin devam etmesi koşuluyla varsanız tabi ki bazı handikapları var. Ama yok, itirazınız var, bu itirazın sonucunda da bununla ilgili bazı sıkıntılar yaşanıyor tabi. Ben böyle bakıyorum meseleye. Evet hepimizin hayatında birçok sıkıntı oluyor. Bir şey söylediğin için, bir şeye itiraz ettiğin için. Bu da bir kahramanlık değil. Böyle bir aykırılık da değil. Normal, çok basit bir insan tavrı aslında. Ama ne yazık ki biz çok basit bir insan tavrını da gösteremiyoruz. İnsan olmanın bazı koşulları var onu yerine getirmek gerekiyor. Ama yok getiremiyoruz, olmuyor.
Hak ihlallerine karşı tavrınız net. Ülkede temel sorun ne?
Ülkemizde bir erdem eksikliği var, onu hissediyorum. Kendi özellikleri içerisinde en iyi yaptığı şeyi yapabilme. Yani insanın en iyi yaptığı, başardığı şey birlik olma bunu biliyoruz. Tarihimiz bununla şekillendi. İnsan yan yana geldi, ellerini kullandıktan sonra birlik olmaya başladığında her şey değişti. Biz bedenimizi, beynimizi farklı kullanmaya o zaman başladık. Yan yana geldiğimizde, bizim bir kodumuz da var. Şimdi bu son içinde bulunduğumuz vahşi kapitalizm insanlardan bunu alıyor. Biz yan yana gelemiyoruz, beraber olamıyoruz. Birine bir şey olduğu zaman -inanamıyorum bazen- Boğaziçi Üniversitesi’nde arkadaşlarımız yaşadıkları yerlerde ters kelepçeli haller kabul edilecek bir durum değil. Biz de zamanında üniversite dönemlerinde çok büyük sıkıntılar yaşıyorduk, bundan daha da beterleri oluyordu. Ama artık şimdi herkes her şeyi görüyor. Artık her telefonda bir kamera var. Herkes her şeyin çok net farkında, fakat kafasını çeviriyor, görmek istemiyor.
Peki, nereye kadar bu durum?
E onun da kapısının önüne gelecek. Şu anda hiçbir şey yaşamıyormuş gibi olabilir. Evet ama bir gün gidecek. Onun da çocuğu yaşayacak ve ona kalacak. Çünkü bizim ülkemiz bizim çocuklarımıza kalacak.
Bu kapına gelme hali. Doğudan batıya kadar devam eden bir durum. Nasıl görüyorsunuz?
Koşulsuz anti-demokratik her şeye herkesin karşı çıkması gerektiğini düşünüyorum ama toplum o kadar ayrıştırıldı ki. Mesela hatırlayın 90’lı yıllarda bir demokrasi ve insan hakları meselesinde ortaklaşabiliniyordu. Başörtü eylemleri vardı mesela. Ben o eylemlere gitmiştim. Sol-sosyalist çevrelerde yer alan arkadaşlar o eyleme destek vermişlerdi. Çünkü insan haklarına aykırı buluyorduk. Şimdi o kadar düşmanlaştırıldı ki mümkün değil, olamıyor bir türlü. Bunun tekrar bu şekilde algılanması gerekir. Bunun için de gerçekten aklıselim, aydın niteliğinde olan insanlarımızın buna öncülük etmeleri gerekiyor. Her kesimden öncülük etmeleri gerekiyor. Bu lağım çukurunu kurutmamız gerekiyor.
Bir de Kürt sorunu var. Ne düşünüyorsunuz?
Kürt meselesini fırına sokuyorlar, çıkartıyorlar, ısıtıyorlar, buzdolabına koyuyorlar, tekrar soğutuyorlar. Ne zaman ihtiyaç olursa, o zaman bir araya geliniyor. Bir durup biraz ayrışalım çünkü bu taraftan da oy almamız gerekiyor deniyor. Neredeyse Cumhuriyet kurulduğundan beri aslında çok basit, sorun olmayacak bir şekilde çözümlenecek Kürt meselesini, her yanından, orasından burasından çekip ortada tutuyorlar. Çok basit bir oyun bu, bunu da hepimiz görüyoruz. Ya bu insanlar yoruldu artık! “Kürt-Türk kardeştir”, “Kürt-Türk arasında bir ayrım yoktur” demekten. Sokaktaki insan yoruldu. Yok! Zorla zorla zorla bir faşizm yaratılmaya çalışılıyor ama karşılığı yok. Anadolu’da herkesin dilindedir değil mi, “benim de Kürt arkadaşlarım var”, “benim de Türk arkadaşlarım var”. Mesela benim babam Kürt, annem Türk. Biz müthiş bir aileydik. Hiçbir zaman problem olmadı. İki tane de koca sülalem var benim. Bir oradan bir buradan. Yani bu ihtiyaç dahilinde ortaya çıkartılıyor. Çünkü bunun krizi çok büyük iktidar sağlıyor. Kürt meselesini çözüyormuş gibi yapmak ya da çözmemek çok büyük iktidar sağlıyor. Dönemine uygun şekilde kullanılıyor. Ama insanlara olan oluyor, bölgeye olan oluyor, ülkemize, kardeşliğimize olan oluyor. Bu hemen bitirilmesi gereken bir mesele ama bitirilmiyor. Olan hepimize oluyor.
Yaşanan sancılı sürecin sanata yansıması nasıl?
Burada üzgünüm sanat veya sanatçı parantezinde eksiğiz! Daha çok olacağımızı düşünürdüm ben.
Eksiklikler nerede?
Eksiklikler itiraz etmede! İtiraz etmede çok azız! Anlıyorum. Bunu birçok yönden değerlendirmek lazım. Kuşaklar da ele alınmalı. Neydi, ne oldu? İtiraz mekanizması nerede kullanılır ve neden kullanılmıyor? Hepsinin sosyolojik bir açıklaması muhakkak var ama artık burada yangın var, şuna bir bardak su dökmek için de bir şey söylemek gerekiyor. Bu kadar, bundan bahsediyorum. Burada sanat camiası parantezinde daha çok olabileceklerini düşünürdüm ben azmış, çok azmış! Keşke biraz daha fazla olabilsek!
Pandemi süreci sanat alanını da çok etkiledi. Kongreler yapıldı ama tiyatrolar kapalı. Bu bir çelişki mi?
Vallahi de billahi de mizah yapacak halim kalmadı. Buna ne diyebilirim, ne konuşabilirim! O kongrelerle ilgili ben ne söyleyeyim? Bir kere bir twit atmıştım; “lütfen müsaade edin mizah yapalım” bırakmadılar ki mizah yapalım. Bizden önde gidiyorlar. Bizim skeç programımız vardı Çok Güzel Hareketler. Orada baştan sona konusu olan skeçlerimiz oluyordu, bazen de parodi yapıyorduk. Bizde bir numaralı kuraldı; kendisi skecinden daha komik olan bir şeyin parodisi yapılamıyor, onu biz deneyimleyerek gördük. Şimdi burada da böyle. Bu meselenin özü komple skeç gibi. Özgür bir ortam olsa televizyonlarda biz bunların skecini yapamazdık.
Neden?
E komik olmaz! gerçeği daha komik çünkü. Ben burada ısrar etmiyorum mesela tiyatroların sahnelerinin açık olmasını. Pandemi diye bir gerçeklik var, akıl neyi gerektiriyorsa onun yapılması lazım. Salona insanları sokamıyorsak evet sokmayalım. Ama benim tiyatrom var fakat sahnem yok. Ben şimdi duruyorum, tiyatromdan bir seneyi tamamladık, beş kuruş para kazanmıyoruz, hepimiz böyleyiz. Tiyatro sahnesi olanlar var, hayatını sadece tiyatro ile geçindirenler var zannediyorlar ki bu tiyatrolar sadece İstanbul’da, İzmir’de, büyük şehirlerde var. Hayır Anadolu’nun birçok yerinde tiyatrolar var. Peki, bu insanlar şimdi nasıl geçiniyor? Kiralar var, sigortalar var, devletin bizimle bir temas halinde olması gerekiyor, bu bir kriz. Yok, ortada yok! Peki salonları açmayalım tamam. E yav her yerde oralar açık buralar açık, kongreler yapılıyor. Bir tarafta annesini, yakınını kaybetmiş kişi kısıtlamalardan ötürü cenazesini zor kaldırıyor, diğer tarafta bir bakanın veya vekilin aynı durum başına geliyor, orada inanılmaz bir kalabalık var. Yahu bunu nasıl yaparsınız? Nasıl oluyor bu? O zaman niye açılmıyor tiyatrolar? Önlem alınsın açılsın o zaman. Daha doğrusu işinize gelen yerde yan yana beraber olabiliyorsunuz, e bu da bizim işimize geliyor, işimiz çünkü. Gelin bir planlama yapılsın araya bir koltuğu boş mu bırakacaksınız, sayıda bir anlaşmaya varılır ve salonlar açılır, bir denenir. Ya şu ülkeyi dört hafta komple kapatamadık. İnanamıyorum, hepimiz şaşkınlıkla bakıyoruz. Annelerimiz babalarımız var, gerçekten korkuyoruz. Hepimiz sürekli ölüm yanı başımıza geldi kaygısını taşıyoruz.
Bugünden yarına nasıl uyanacağınızı kestirebiliyor musunuz?
Bir günde altıdan fazla gündem var. Bir ülkenin bir senede yaşayacağı gündemleri biz günde yaşıyoruz. Bir de gündemler öyle basit eften püften gündemler değil. Baya yüklü meseleler ve hızla değişiyor.
Demokratikleşmenin yolu nedir?
Birçok yolu var. Bir kere her şeyden önce insan hakları ve ifade özgürlüğü çalışması yapılması gerekiyor. Herkese koşulsuz bir şekilde saygı duyulması. Herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve herkes kendisini kendi kabul ettiği kimlikleri ile ifade etmeli. Özgürlükleri elinde olmalı. Bunun için acilen bir çalışmayla ve planlamayla yapılması gerekiyor. Ülkemizde maalesef birçok şey plansız yapılıyor. Biz de böyleyiz. Biz nasılsak biraz devlet de öyle. Plansızız, plansız hareket ederiz. Doğaçlama hareketler yaparız. Ama artık dünya kesinlikle plansız hareket etmiyor. 5 adım sonrasını planlayarak devam ediyor.
Tabloya rağmen umudunuz var mı?
Valla mücadele edenleri gördükçe umut taşıyoruz. Umut her zaman var. Çünkü değişimin, dönüşümün ne olduğunu birazcık kavrayabilirsek eğer, biraz diyalektik bilgisi varsa bunu bir dibe vurma, dibe vurduktan sonra da güçlü bir yükselme olacağı ihtimalini aklınıza getiriyorsunuz. Bununla da umudunuzu taze tutuyorsunuz. Ben işte bununla umudumu taze tutuyorum. Bu böyle devam edemez, etmeyecek de. Bir de ülkemizin nerden bakarsanız bakın Cumhuriyet’ten bu yana bir aydınlanma ve bir laiklik mirası var. Evet demokrasimiz biraz ağır aksak. Biraz kötü işliyordu, doğru işlemiyordu öyle bir demokrasi vardı, şimdi tamamen kayboldu, neredeyse hiç yok. Şimdi şunu biliyoruz ki bizim böyle de bir mirasımız var. Kodumuzda artık bu var. Biz bunu toplum olarak bırakmayız. Sanki geriye gidiyormuş gibi görünüyor ama daha ilerisi daha iyisi için bize bu dönem “bakın tartışıyorsunuz şüphe ile yaklaşıyorsunuz aslında daha ileri götürmeniz gerekiyordu, kötüsü budur” diye bize bir ara reklam oldu bu. Ülkemizde daha iyisi olacağını biliyorum. Daha iyiye gidecek, her şeye umudum var.
kutu
Derdim İstanbul’u kurtarmak
Bülent Parlak’ın derdi ne?
Ben baba tarafından Elazığ, anne tarafında Ankaralı bir ailenin evladıyım. Memleketimi de çok severim. Ama İstanbul’da doğdum ve büyüdüm. Çocukluğumun küçük bir bölümü Ankara’da geçti. Ama hayalimde bir İstanbul var benim. Bilmiyorum dünyanın en güzel şehri mi? Ama dünyanın en güzel şehirlerinden biri olduğu çok net. İstanbul aynı ülkemiz gibi ama mahvediliyor. Türkiye’deki insanların yapısı çok iyi, çok güzel ama yakın tarihe dönüp baktığımızda her 10 yılda bir dünyanın en saçma sapan meselesini getirip yapıştırmaya çalışıp; bu ülkede katliamlar mı dersiniz, bu ülkede doğa katliamları, çevre katliamları mı dersiniz, her türlü adaletsizlik diz boyu. Bu ülkeyi kirletecek her şey yapılıyor. Neden bu ilişkiler bu hale getiriliyor? İstanbul özelinde verdim bu örneği, derdim İstanbul’u kurtarmak. Çok kozmopolit ve bütün kültürler bir arada; ecdat diye diye dağıtmaya çalışılıyor, dağıtmayalım derdim bu.