Mısır, bahçelerimizin yakışağıydı. Duruşu, endamı bahçeye asalet katardı. Fasulye ona sarılır, tutunur yaşamını sürdürürdü. Fasulye ile mısırın dayanışması ilham vericiydi. Mısıra sarılarak onun desteğiyle ayakta duran fasulye minnetini havadan aldığı azotu toprağa sabitleme becerisiyle edindiği azotu mısırla paylaşır, onun yaşamına destek olurdu. Beslerdi. Mısır için kimyasal gübre kullanmaya gerek kalmazdı. İnsanlar olarak biz de, mısırı yiyerek sağlıklı şeker (GDO öncesi) ihtiyacımızı, bu fasulyelerden de bitkisel protein gereksinimimizi karşılardık. O sağlıklı mısırları ateşte çevirir, sövürür, suda kaynatır, haşlar, yerdik. Uzun kış geceleri mısırı patlatır, eğlencemize meze yapar. Ayrıca suda kaynatır hedik olarak yerdik. Şimdi de yapıyoruz dediğinizi duyuyorum. Cevabım; ne kadar insan yapıyor, yapılanlar ne kadar sağlıklı? Fasulyeler ise yoksulun protein kaynağı, kuzinelerin, mutfakların vazgeçilmeziydi. Ya şimdi? Zenginlerin eriştiği, yoksulların yutkunduğu yiyecekler arasında! Beslenme anahtarımızın bir kısmı böyleydi. Biz bunu kaybettik. Anahtarın kaybolduğu yer burası.
Geldik bugüne
Mısır bahçelerden tarlalara, tarlalardan tatlılara ulaştı. Önce tatlıların tadı kaçtı, sonra sağlığın. Mısır tarlalara geçtikçe pancara öte git de(n)di. Şekerpancarı üretimine konulan kota ile biraz öteye gitti pancar. Yetmedi, şeker fabrikalarının kapasiteleri düşürüldü, olmadı özelleştirildi. Şekerpancarından boşalan tarlaları mısırın istilasından sonra pancar şekerinden eksilen piyasa boşluğunu mısırdan elde edilen tatlandırıcılar kapladı. Gelsin sonra mısır ithalatı… Mısır tarlalardan pancarı uzaklaştırmakla kalmadı. Hayvanların içeri kapanmasına, meralardan uzaklaştırılmalarına neden oldu. Meralardan boşalan alanları enerji, maden, inşaat şirketleri doldurdu. Tatlılardan sonra etin, sütün, yumurtanın tadı böyle kaçtı. Sağlıklılıkları tartışma konusu oldu.
Ne gam?
Şekerpancarı tarımın dinamosuydu, arızaya uğradı, ne umur… Meralar hayvanların bedava yem otağıydı. Talan oldu, ne gam… Fasulye dayanağı mısırdan, pancar tarım ve şekerden, hayvanlar meralarından mahrum bırakıldı. Şirketlerin umurunda mı? Gelsin paracıklar, isterse kül olsun dünya, ne umur, ne gam…
Şimdi
Şimdi gelelim Vehbinin kerakkesine, yani işin iç yüzüne. Toprak Mahsulleri Ofisi-TMO geçen yıl mısırın alım fiyatını 5700 TL olarak açıklamıştı. Bu yıl aynı TMO, fiyatı 6000 TL olarak belirledi ve kamuoyuna duyurdu. Yani mısırın fiyatını sadece yüzde 5 artırdı. Mısırın üretimi için gerekli girdi fiyatları yüzde 100’ün üzerinde arttı. Enflasyon ise yüzde 50’nin üzerinde, ama sanırsın Tanzanya TMO’su Türkiye mısır fiyatını açıklıyor(!) Fiyatın bu kadar düşük gösterilmesiyle memleketteki krizin bir bölümü mısır çiftçisinin sırtına mı yıkılıyor acaba? Geçmişte 2 milyon ton olan Türkiye mısır üretiminin pancardan boşalan yerlere ekilmeye başlanmasıyla üretimin 8,5 milyon tona çıkması mı? Yoksa her ikisi mi? Ya da Türkiye’de mısır üretimi artınca, mısır stokçusu uluslararası mısır şirketlerinin baskısı mı var? Kendine ait bağımsız ve belirgin bir tarım politikan olmayınca sorular da kuşkular da artar, uzar da uzar. Ancak bunların hiçbiri anahtarın kaybolduğu yer değil, kaybetmiş olmanın sonucu. Sonucun bizi getirdiği nokta şeker, fasulye, et, süt, peynir, yumurta fiyatlarının dur durak bilmemesi. Verilen düşük mısır fiyatı ile üreticinin yalın yapıldak bırakılması, yol alamaz olması, yerinde sayması…
Sahi mısır ucuz, şeker, yem, et, süt, yumurta neden pahalı? Mısırı kim üretiyor ve satıyor? Çiftçiler! Et, süt, yumurtayı kim üretiyor (Çiftçi), pazarlayan kim? (Şirketler) Yemi üretip, pazarlayan kimler? (Şirketler!) Çünkü kapitalizmin bu dönemi olan yeni-neoliberal evre üretenleri şirketlere soyduran sistemin adı. Evet, şimdi anahtarı kaybettiğimiz yere yeniden bakıp, dönüp orada arasak mı?