Öncelikle suyun piyasalaştırılmasına karşı olduğumuzu ve tüm canlıların yaşam hakkı olduğunu söyleyerek başlayalım.
Türkiye’deki suya biraz değinirsek; Türkiye’nin 26 hidrolik su havzasının potansiyeli 186,05 milyar m³’tür. Bunlardan Dicle havzası 21,33 milyar m³, Fırat havzası ise 31,66 milyar m³’tür. Dicle-Fırat havzaları Su havzaları potansiyellerinin yaklaşık % 30’unu oluşturmaktadır.
Tatlı su kullanımın sadece % 14 içme için kullanılırken % 76 tarım ve % 10 sanayide harcanmaktadır. İçilebilir Su dört kalite üzerinden sınıflandırılır. Tarım ve sanayiden kaynaklı ağır metallerin kirletmesi ile IV. Sınıf % 43,3, III. Sınıf % 19,9, II. Sınıf %15,6, I. Sınıf % 21,3 bu veriler ışığında içilebilir suyun % 79’u kirletilmiş durumdadır.
Tüketim ve kirliliğin temel nedeni endüstriyalizmin Tarım, Sanayi ve Kentleşme politikalarıdır. Endüstriyel tarım ve sanayinin gelişmediği alanlar içilebilir ve temiz tatlı suya sahiplikte öndeler. Suyun ticari bir meta olarak piyasada kullanılmasından beri sermaye içilebilir yüzey sularının bitirilmesi için barajlar ve HES’ler ile kalanları da ruhsat ve sözleşmeler yoluyla sermayeye devri için çalışmaktadır. Yeraltı sularını ise yeni yasa ve yönetmeliklerle sermayeye devri için çalışır. Elektrik nasıl özelleşip sermayeye devrolduysa suda da aynı çalışmalar devam etmekte.
Kapitalizm çiftçiye destekleme (Sübvanse) adı altında ödeme yaparak istediği tohum ve gübreyi kullanma şartı koşar. Genelde kurakçıl olmayan ve su tüketimi çok fazla olan mısır ve pamuk için destekleme verir. Bütüncül sömürü politikaları biri birini besler ve dört bir koldan saldırır. Burada amaç çiftçinin desteklenmesi değil çiftçi eliyle yeraltı su varlıklarının bitirilmesi amaçlanır. Desteklemenin bu üretim modeline verilmesinden dolayı çiftçi el mahkum bunları üretmektedir.
Yaklaşık 40 yıllık kapitalizm destekleme politikasıyla çok su tüketen, âdeta yutan mısır ve pamuk üretimi yapılmaktadır. Bu politika ile ürün çeşitliliği diye bir şey kalmaz. Her yıl iki defa ürün ekildiği için toprak kendini beslemekte güçlük yaşamakta, nadas hak getire, anız yangınları serbest, sınırsız kimyasal gübre kullanımı. Böylece toprak namına bir şey kalmaz. Aşırı sulama ve buharlaşmadan kaynaklı tuzlanma artışı olur, toprak kalitesi hızla düşer.
Suriye platformu olarak bilinen Suriye sınırındaki kentlerden Suruç’ta başlayıp Silopi’de biten tüm güzergâhta ilk tatlı su kuyuları otuz mt. kazılırken, bugün deniz seviyesinin de altına 650-700 mt. kazılmaktadır. Bölgede nehirleri ve dereleri besleyen bütün pınar ve gözeler kurumuş, nehir ve derelerin beslediği göller ve yaşam alanları yok olmakla karşı karşıya kalmıştır.
Son yıllarda Konya’da oluşan obruk vakalarını Suriye platformunda yer alan tüm kentlerde bekliyoruz. Elbette o bölge komple şu an için havada asılı durmaktadır. Toprağı bir arada tutan ve sertleştiren su ve mineraller yok oldukça toprak da tutma gücünü kaybedecek ve belki o bölge komple 500 metre çökecektir. Elbette hiçbir şey için geç değil ama yöresel iklime uygun ürünlerin ekilmesi desteklenmeli ve yeraltı sularının beslenmesi için çalışmalara yapılmalıdır.
Kaya gazı kuyularında kullanılan su ile kirletilen akiferler de cabası. Diğer fosil yakıtların çıkarılması ve üretilmesi ile taş-mermer ocakları da kirletici ve tüketici olarak yer alır.
Salma sulamada su sonsuzdur mantığıyla mısır ve pamuk tarlaları gelişi güzel sulanmaktadır. Artan sular kimyasal gübrelerle birlikte nehir, dere ve göllere geçmesi ile oradaki sucul yaşamı da tehlike altına almaktadır.
Su tükenebilen ama üretilemeyen bir maddedir. Bugün dünyada her beş kişiden biri içilebilir temiz suya erişim sağlayamamakta 2050 yılında ise ancak her beş kişiden biri ulaşabilecek, hal böyleyken ilerleyen süre de petrolden daha kıymetli bir hal alan suyun sermayeye peşkeş çekilmesi planlanmaktadır.
Gerek kirletilerek gerek bilinçli politikalarla hızla tüketilmesini teşvik ederek ticarileşmesinin önüne geçilmelidir. Endüstriyel kent, tarım ve sanayi politikaları yeniden değerlendirilmelidir. Yöre iklimine uygun bitkiler, geçim ekonomisi ve küçük çiftçilik desteklenmelidir. Suyun tüm canlıların yaşam hakkı olduğu bilinciyle piyasalaştırılmasından vazgeçilmelidir.