Michel Foucault, “Dünya bir tımarhanedir” başlıklı makalesinde hepimizin deli olduğunu iddia etmiyordu; ama psikiyatri klinikleri ve tımarhanelerin, siyasal iktidarlar için bütün toplum üzerinde uygulanacak hükmetme teknolojilerinin denendiği pilot uygulama alanları olduğu fikri üzerine düşünmemizi istiyordu. Modern toplumun nüvelerini oluşturan kışlalar, yatılı okullar, hastaneler ve hapishaneler de böyleydi. Ceza ve mükafat esası üzerine kurulu bu disipliner yapılar; ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın bütününün temelini oluşturuyordu: Fabrikalardan devlet dairelerine, şirket yapılanmasından ticari işletmelere ve oradan mahreme, aile hayatına kadar.
Böyle bir kuramsal ön-kabul ışığında, yüz yıllık cumhuriyet tarihinin de bir disiplin ya da tedavi anlatısı olarak düşünülmesi mümkün. Tımarhane metaforu çerçevesinde, modernist/laik söylemin bürokratik-otoriter fonksiyonerleri, doktor ve psikiyatristlere; dindar/muhafazakâr nüfus ise onlar tarafından ‘normalleştirilen’ hastalara tekabül edecektir. Bu duruma mukavemet göstererek ‘tedaviye’ yanıt vermeyen siyasal İslamcılar ise (metaforu bağışlayın), Kemalizmin delileridir. Bunlar diğer ‘hastalardan’ uzaklaştırılacak, izole edilip kapatılacak ve gerekirse zor kullanarak terbiye edileceklerdir.
‘Deliler tımarhaneyi ele geçirdi’. Bu cümle ilk kez 1919’da Hollywood yapımcısı Richard A. Rowland tarafından, Charlie Chaplin’in önderliğinde sinema emekçilerinin kurduğu United Artists film şirketini eleştirmek amacıyla sarf edilmiş. Zaman içinde bu terim, uzun süre baskı altında yaşayan sosyal ve siyasal grupların iktidarı ele geçirdiklerinde gösterdikleri aşırılık ve otoriterleşme eğilimlerini ya da liyakatsiz/dengesiz birey ve insan gruplarının siyasal otorite sahibi olduklarında yaşanabilecek sorunları tarif eden bir siyaset bilim kavramı olarak da kullanılır olmuştur. Fun Boy Three grubunun 1980’li yıllarda hit olan ‘Lunatics’ şarkısı, işte böyle bir durumun içinden haykırır:
Deliler tımarhaneyi ele geçirdi, seçme hakkımı elimden aldı
Deliler tımarhaneyi ele geçirdi, dünya görüşümü yasakladı
Deliler tımarhaneyi ele geçirdi,
insanlık onurumu benden aldı.
Delinin biri benim adıma elindeki düğmeye basacak; nükleeri patlatacak.
Yakın zamanda ülkeyi terk eden ilahiyatçı profesör Mustafa Öztürk’ün ‘Yerli ve milli tımarhanede herkese ruh sağlığı dilerim’ söylemi, bu metafor ışığında okunabilir. Türkiye, seksen yıl boyunca Kemalizmin delilerini ıslah ve/ya terbiye etmek yoluyla ‘muasır medeniyetler seviyesine’ ulaşılacağı umudu ile işletilen bir tımarhane idiyse; son yirmi yıldır da delilerin tımarhaneyi ele geçirdiği bir final yaşanmakta olduğu söylenebilir. Tımarhaneyi ele geçiren sabık ‘deliler’, doktor ve psikiyatrist görünümündeki disipliner otoriteleri içeri kapatmakla işe başladılar ve zaman içinde bunların en azılıları ile uzlaşarak tımarhane nüfusunun tepesine birlikte çökme yoluna girdiler.
‘W’ harfi olmadığından, kadim Kürt bayramı Newroz, Türkçe’de ‘nevroz’ diye yazılır. İki temel psişik bozukluk kategorisinden birinin de (diğeri psikoz ki daha da vahimdir) Türkçe yazımının aynı olması tesadüf olmamalı ki her Newroz geldiğinde Türk kimliğinin nevrotik semptomları mutlaka tetiklenir. Çünkü Newroz, Profesör Öztürk’ün deyişiyle bu ‘yerli ve milli tımarhanenin’ dışına, o patolojik cehenneme kapatılmayı, ‘normalleştirilmeyi’ ya da Kemalizmin delisi olarak ıslah edilmeyi kategorik olarak reddeden bir kimliğin varlığına işaret eder. Bu yılın nevrotik semptomu Yargıtay Başsavcısı’ndan geldi: ‘HDP, hiçbir milli meselede devletin yanında yer almamıştır.’ Fun Boy Three’nin sözleriyle; deliler tımarhaneyi ele geçirdi, delinin biri düğmeye bastı: seçme hakkım, dünya görüşüm, insanlık onurum tehdit altında.
Deliler tımarhaneyi ele geçirdiğinde ‘normal’ tanımı da değişiyor: ‘Muasır medeniyet’ bırakıldı; ‘yerli, milli ve manevi’ olan yüceltiliyor. O tımarhaneye kapatılarak ‘normalleştirilmeyi’ ya da İslamcılar gibi ‘Kemalizmin delisi’ olmayı başından reddeden Kürt kimliği, şimdi de ‘Siyasal İslamın delisi’ olmayı reddediyor. Geçmişte olduğu gibi bugün de mekânın yeni sahipleri, tımarhane nüfusunu bu reddiye karşısında topyekun seferberliğe çağırıyor. Ama bu yerli ve milli patolojinin çaresi HDP’ye yönelen bu şizoid saldırıda değil, bu tımarhanenin dışında: Tedavi arayanların gözlerini, Türkiye’nin dört bir yanında ve dünyanın birçok başkentinde dolup taşan Newroz alanlarına ve Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun meclisteki direnişine çevirmesi gerekiyor. Türkiye’nin HDP’de bir araya gelmiş demokratik güçleri olarak kendilerine acil şifalar dileyerek bitirirken hatırlatmakta yarar var: Nevrozun tedavisi Newroz’dur.