Sayın Öcalan’ın, Amerika’nın başı çektiği uluslararası bir komplo ile Türkiye’ye teslim edildiği gerçeği dönemin tanığı ve muhatabı olan İtalyan Başbakanı D’Alema’nın; “Bizim için direnmenin mümkün olmadığı durum ise Amerika’nın, Başkan Clinton’un beni arayıp ‘Öcalan’ı Türkiye’ye vermelisiniz’ demesi olmuştu” şeklindeki itiraflarıyla bir kez daha ortaya çıktı.
Peki Öcalan neden Türkiye’ye teslim edildi? Bu sorunun cevabı yüz yıldır Ortadoğu’nun etnik, inanç, mezhepsel ve ideolojik kamplara ayrıştırıp çatıştırmaktan bu ayrışma ve çatıştırmalara Öcalan’ın itirazı ve demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü çözüm önerisi üzerinden okunabilir. Bu okuma yapılmadıkça Öcalan’ın neden Türkiye’ye teslim edildiğinin cevabı bulunamaz.
Komplocular Öcalan’ı neden Türkiye’ye teslim ettiklerini biliyorlardı. Kürtler de komplonun nedenini ve amacını görüyorlardı. Bu konuda şaşkın olan bir tek Türkiye devleti ve hükümeti idi. Dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit’in; ‘Bize niye Apo’yu verdiler, onu hala ben de bilemiyorum’ açıklaması, asıl komplonun Türkiye toplumuna kurulduğunu okuyamamasının resmiydi.
Sayın Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi, uluslararası komplocuların içerdeki Gladyocularla birlikte kurguladıkları bir komplodur. Komployu kurgulayanların asıl amacı; Türkiye’yi Kürt düşmanlığı, Kürtleri de Türkiye saldırganlığı ‘sopalarıyla’ kendilerine bağımlı kılmak ve kendi talepleri doğrultusunda hareket etmelerini sağlamaktı. Bugün Kürdistan Federe Bölgesi’nde (Başur’da), Kuzey ve Doğu Suriye’de (Rojava’da); ABD, Rusya, AB ve hatta İran’ın Türkiye’ye Kürt düşmanlığı ve Kürt tehdidi manipülasyonu, yine Kürtlerin Türkiye saldırganlığı ve Türkiye’nin yayılmacı ve ilhak politikaları gözdağıyla dizayn etme ve kontrol altında tutma uğraşları komplodan beklenen amacın vücut bulmasıdır.
Çünkü Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi Kürt meselesini çözümsüz bırakmak içindi. Kürtlerin hak mücadelesi çözümsüz kaldıkça uluslararası komplocu güçler, Türkiye’yi manipülasyonlarla rahatlıkla yönetebilirlerdi. Türkiye’nin İsrail vahşeti karşısında rolünü oynayamaması da Sayın Öcalan’a yönelik komplodan ve Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden bağımsız olarak okunamaz. Nitekim bu komplodan sonra hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da gerginlik, kaos, savaşlar eksik olmadı. Sayın Öcalan şahsında Kürtlere kurulan komplonun hedefinin Türkiye toplumu ve Ortadoğu halkları olduğu artık daha net görülmektedir. Üstelik uluslararası komplocular bunu ‘şaşkın’ olan Türkiye hükümetleri eliyle yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar.
Bütün dünya Sayın Öcalan şahsında geliştirilen komplonun aynı zamanda Kürtlere, Türkiye toplumuna ve Ortadoğu’ya kurulan bir komplo olduğunu gördü. Dönemin şahitleri komployu itiraf etti. Ancak Türkiye hükümetleri ve devleti, komployu mutlak tecrit ile derinleştirmeye devam etmekte ısrar ediyorlar.
Sayın Öcalan; kendisine yönelik, siyasi amaçlarla uygulanan antidemokratik ve hukuksuz uygulamaları, Türkiye’nin süreçten beklentilerini ve süreçteki uygulamaları tanımlarken ‘Milli İmralı Politikaları’ şeklinde formüle etmektedir.
Sayın Öcalan’dan 43 ay haber alınmamasına varan mutlak tecrit uygulaması, aile ve avukat görüşmelerinin yapılmaması, süreklileşen 6’şar aylık disiplin cezaları, AİHM kararlarının uygulanmaması gibi hukuksuz uygulamalar yasa(sızlık) alanındaki Milli İmralı Politikaları’nın örnekleridir. Milli İmralı Politikaları’nın amaçları ise Öcalan’ın tutuklanması ile Kürt hak hareketlerini tasfiye etmek, Kürtleri hüsrana uğratmak olarak tarif edilebilir. Sayın Öcalan ile Kürt meselesinin çözümü için siyasi heyetlerinin görüştürülmemesi, diyalog ve iletişim kanallarının kapatılması ve 43 aydır uygulanan mutlak tecrit; Milli İmralı Politikaları’nın toplumsal ve siyasal alandaki pratikleridir. Milli İmralı Politikaları’nın yasal, siyasal ve toplumsal alandaki uygulamaları, başta Kürt meselesi olmak üzere Türkiye’nin bütün toplumsal meselelerinde çözümsüzlüğe ve istikrarsızlığa neden olmaktadır.
Milli İmralı Politikaları, Milli İmralı İttifakı ile uygulamaya konulmaktadır. Yüz yıllık Cumhuriyetin Kürtlere yönelik uygulamalarında olduğu gibi 26 yıllık İmralı’daki hukuksuz uygulamalarda da Türkiye’deki siyasi partilerin, bürokrasinin, sivil toplum örgütlerinin büyük kısmının ve inanç kurumlarının çoğunluğunun hukuksuzluk karşısında sessiz kalmaları veya bu hukuksuzlukları desteklemeleri Milli İmralı İttifakı’nın yazısız kurallarının gereğidir. Milli İmralı İttifakı’na, AİHM kararlarının uygulanması için gerekli tedbirleri almayan Avrupa Konseyi de eklenebilir. Milli İmralı İttifakı, uluslararası komplonun devamıdır. Bu ittifakın ortakları İmralı politikalarının ülkeye demokrasi ve hukuk getirmediğini, çözümsüzlüğü dayattığını artık görmeliler. Bu nedenle hukuka ve demokrasiye inanan siyasi parti, STK, inanç kurumları ve her birey; bir an önce bu kötülük ittifakından ayrılmalı ve Sayın Öcalan’a uygulanan ahlak dışı, hukuksuz mutlak tecride itiraz etmelidir.
Öcalan şahsında Kürtlerin hak talepleri cevapsız bırakılırsa, Türkiye iç politikada ekonomik, siyasal ve toplumsal refahı sağlamayacağı gibi uluslararası politikada da bağımsız hareket etmesi pek mümkün olmayacaktır. Öcalan’a yönelik kurulan komplonun özneleri, aynı zamanda Türkiye’ye de tuzak kurmuştur. Bu tuzağı bozmanın ilk ve etkili yolu Öcalan üzerindeki mutlak tecridi kaldırmak ve Öcalan’a barışı sağlayacak rolünün önünü açmaktan geçmektedir.