El Kassam Tugayları’nın 7 Ekim operasyonunun birinci yıldönümü geldiğine göre bir muhasebe yapmanın zamanıdır. İsrail ve müttefikleri bunu, Gazze’yi ‘ground zero’ haline getirmek ve ‘direniş ekseni’nin bütün bileşenlerine saldırarak zayıflatmak için bir fırsat olarak kullanıyor. Artık Gazze diye bir bölge ve orada yaşayan bir halk adeta yok. Sağ kalan Filistinlilerin oradan Mısır’ın Sina Çölü’ne sürülmesi, neredeyse sağduyu sahibi ortak akıl mensubu herkes tarafından en doğal çözüm gibi görünüyor. Hamas lideri Yahya Sinvar’ın tünellerde saklanarak hayatta kalabildiği söyleniyor. Lübnan’daysa İsrail’i iki kez yenmiş Hizbullah diye bir örgüt vardı. Onun lideri Hasan Nasrallah yerin 14 kat altındayken İsrail uçaklarından atılan tonlarca beton delici bombayla öldürüldü. İsrail Başbakanı Netanyahu, İran halklarına hitap ederek “sizi özgürleştireceğim” mealinde beyanlarda bulunuyor. Nihai hedefin İran olduğu anlaşılıyor.
Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in asıl hedefinin İran değil de Türkiye olduğu iddiasında ısrarlı. AKP bayrağı altında milli birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz bugünlerde…
İsrail bundan sonra ne yapabilir? Beyrut’u fethetmek, oradan da Hatay, Antep ve Urfa’ya yürümek gibi hedefleri olduğu pek inandırıcı değil. Bunun yerine her daim kendi malı saydığı Litani Nehri’ni kontrol altına alması, böylelikle deniz sınırlarını kuzeye çekerek Doğu Akdeniz’in Leviathan doğal gaz kaynaklarının merkezine oturması gibi hedefler daha akılcı görünüyor. Bir de tabi ABD’nin ittirmesi sonucu Suriye rejimiyle restleşmesi.
İsrail savaş jetleri yıllardır Suriye hava sahası üzerinde uçuyorlar ve Suriye sınırları dahilinde düşman belledikleri hedefleri rahatça vuruyorlar. Bunlar genellikle Hizbullah kışlalarıdır. Suriye rejimine özellikle Selefi cihatçı paramiliter örgütlere karşı savaşında destek amacıyla Lübnan’dan gelen Hizbullah güçlerine karşı operasyonlar yapmaktadır İsrail. Profesör Doktor Süleyman Seyfi Öğün ve Akit gazetesinde köşe yazan iş arkadaşları hep bir ağızdan bu operasyonları desteklemektedir.
Süleyman Seyfi bey ve arkadaşlarına göre mesele teopolitiktir. Yani İran’ın ameli, İslam aleminin ortak çıkarlarıyla aynı görülmemelidir; çünkü onlar Şiidir. Asıl İslam Sünnidir ve Acem yani Farsi değil Arap’tır. Türkler de herhalde bu denklem içinde Arapların, aman üzerimize kan sıçramasın mantığıyla toplu katliam işi ihalesini verdikleri bir kavim olsa gerekiyor. Tuhaf ama gerçek. Sahiden bu tezleri savunuyor siyaset bilim ve uluslararası ilişkiler uzmanı diye yan unvanları da olan profesörler, doçentler, doktorlar.
Erdoğan, İsrail Türkiye’ye saldıracak derken iç kamuoyunu yeniden kendi etrafında konsolide etme umudunu dışa vuruyor. Gerçeklikle paralel bir algı evrenine hitap ediyor ama işin gerçeği bambaşka. Hamas’ı bir yana koyup sonrasını düşünelim: İsrail aslında artık Ortadoğu coğrafyasında cihatçı ya da siyasal İslamcı çetelere karşı duran bütün güçleri yok etme mücadelesi veriyor. IŞİD’in, El Nusra’nın ya da Heyet Tahrir Şam’ın herhangi bir İsrail hedefine saldırdığını duyan oldu mu? Olmaz, çünkü o Selefi cihatçı çeteler son tahlilde İsrail’in ve Siyonizm’in beslemeleridir.
Süleyman Seyfi Öğün ve benzeri profesör, doçent ve doktorlar da son tahlilde aynı kaynaktan beslenirler. İsrail nasıl dediyse onu yazarlar. Onlara göre Suriye rejimi yıkılmalıdır çünkü din kardeşi dedikleri ruh hastalarını haklı olarak toplumdan izole etmekte ve kapatmaktadır. İsrail’in Lübnan’dan sonraki hedefi Türkiye değil tabi ki ama Suriye’deki Esad rejimidir. Bu, ABD’yle birlikte karar kıldıkları bir hedeftir ve can alıcı darbelerinin eli kulağındadır. Önlerindeki en büyük engel Rusya’nın oradaki varlığıdır. O saldırı günü geldiğinde cumhurbaşkanı ve onun profesörleri ne yaparlar, bu kez muhtemelen Alevi/Nusayri inancı üzerinden nasıl bir mezhepçi hikâye uydururlar hep birlikte göreceğiz.